Yargı Kararları
Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hak. Kanun, Danıştay Kanunu, Adli Tıp Kurumları Kanunu, Yargıtay Kanunu, Hakimler ve Sav. Kanunu'nda Değişiklik Yapmaya Dair 6110 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin İptaline Yönelik Anayasa Mahkemesi Kararı

(6110 Sayılı Kanunun bazı maddelerinin iptaline yönelik dava üzerine Anayasa Mahkemesi kararı.)

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı    : 2011/29

Karar Sayısı : 2012/49

Karar Günü : 30.3.2012

İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk Partisi) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri K. Kemal ANADOL, M. Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE

İPTAL DAVASININ KONUSU : 9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un:

A- İptal davası ile ilgili ilk ve esas incelemelerinde,  2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. ve 47. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine;

B- 1- 1. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının,

b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…yeteri kadar üye…” ibaresi ile üçüncü ve dördüncü cümlelerinin,

2- 2. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 17. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının,

b- (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin,

Devamını oku...
 
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE DAVA AÇMA USUL VE YOLLARI

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kimlerin, hangi işlem türlerine karşı dava açabileceği 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 20 nci maddesinde tahdidi olarak sayılmıştır.

 

20 nci maddenin 1nci fıkrasına göre;

 

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemelerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.” ( AY.157/1)

 

Devamını oku...
 
Ceza Kararnamesi ile Verilen Mahkumiyet Kararı

 

T.C. Yargıtay İkinci Ceza Dairesi

Esas No: 2008/36300 Karar No: 2009/43541 Tarihi: 23.11.2009

• Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması

• Tekerrüre Esas Olmayan Suçlar

• Ceza Kararnamesi ile Verilen Mahkumiyet Kararı

ÖZET :

Ceza kararnamesi ile verilen önceki mahkumiyet tekerrüre esas alınamaz. Sanıklardan birine verilen cezanın ceza kararnamesi olduğu, diğerine verilen cezanın ise 2253 sayılı Yasa'ya göre ertelendiği ve deneme süresinin geçtiği gözetildiğinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı tartışılmalıdır.

(5237 s. m. 58)

TAM METİN :

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Dosya içeriğine göre, sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1) Sanık H.B.’nin B. Sulh Ceza Mahkemesinin 02.10.2003 tarih ve 2003/253-260 esas karar sayılı ilamı ile verilen önceki mahkumiyetinin ceza kararnamesi ile verilmesi nedeniyle tekerrüre esas alınamayacağının gözetilmemesi,

2) Sanık H.B.’ye B. Sulh Ceza Mahkemesinin 02.10.2003 tarih ve 2003/253-260 esas karar sayılı ilamı ile verilen mahkumiyetinin ceza kararnamesi ile verildiği, sanık O.A.’nın B... Sulh Ceza Mahkemesinin 18.02.2003 tarih, 2003/350-56 esas karar sayılı ilamı ile verilen mahkumiyetinin ise 2253 sayılı Kanun’un 38. maddesi uyarınca ertelendiği ve bu maddede öngörülen deneme süresinin geçtiği gözetilerek hükümden sonra 08.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa’nın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK'nın 231. maddesi uyarınca; hükmolunan cezaların tür ve süresine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, sanıkların temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 23.11.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

 
T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kasten Öldürmeye Teşebbüs Suçu Tekerrür Hükümlerinin Uygulanması Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejimi Lehe Olan Kanunun Uygulanması Gereği Derhal Uygulama İlkesi

 

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2008/1-57 Karar No: 2008/74 Tarihi: 08.04.2008

• Kasten Öldürmeye Teşebbüs Suçu

• Tekerrür Hükümlerinin Uygulanması

• Mükerrirlere Özgü İnfaz Rejimi

• Lehe Olan Kanunun Uygulanması Gereği

• Derhal Uygulama İlkesi

ÖZET :

Uyuşmazlık, 765 sayılı TCY'nin 491/3., 522., 523. ve 81/1. maddeleri uyarınca 2 ay 21 gün hapis cezasına mahkum edilen, 13.09.2001 tarihinde mahkumiyeti kesinleşip, 02.07.2002 tarihinde cezası bihakkın infaz edilen sanığın 27.06.2005 tarihinde işlediği kasten adam öldürme suçu yönünden 5237 sayılı TCY'nin 58. maddesi uyarınca mükerrir sayılıp sayılamayacağına ilişkindir.
5237 sayılı TCY'nin 58. maddesi uyarınca; öceden işlenen suçtan dolayı verilen hükmün kesinleşmesinden sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde, sanık hakkında tekerrür hükümleri uygulanacaktır. Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için önceki hükmün kesinleşmesi ve ikinci suçun kesinleşmeden sonra işlenmesi yeterli olup, cezanın infaz edilmiş olmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkumiyet halinde cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına mahkumiyet halinde ise, cezanın infaz tarihinden itibaren üç yıl geçmekle ve yine fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış kişiler hakkında tekerrür hükümleri uygulanmayacak, mükerrir sanık hakkında, sonraki suç nedeniyle yasa maddesinde seçimlik ceza olarak hapis veya adli para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunacak, hükmolunan ceza mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilecek, ayrıca hükümlü hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanacaktır.
5237 sayılı TCY'nin 7/3. maddesinde 29.06.2006 gün ve 5377 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ile yapılan değişiklik tekerrürün koşullarını değiştirmeye yönelik olmayıp, infaz rejimi olarak düzenlenmiş bulunan tekerrürün de lehe yasa değerlendirilmesinde dikkate alınmasından ibarettir. Bu itibarla, 1 Haziran-8 Temmuz arasında işlenen suçlar yönünden, tekerrür açısından bir boşluğun bulunduğu veya bu tarihler arasındaki mahkumiyetlerde diğer koşullar bulunsa dahi 58. maddenin uygulanamayacağını kabul etmek anılan norm ve konuluş amacıyla bağdaşmamaktadır.
5237 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca kişinin mükerrir sayılması için ilk hükmün kesinleşmesinden sonra ikinci suçun 1 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenmesi yeterli olup, ilk suçun 1 Haziran 2005 tarihinden önce veya sonra işlenmesinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Olayda, önceden işlediği hırsızlık suçuyla kesinleşmiş mahkumiyetinin bihakkın infaz edildiği 02.07.2002 tarihinden itibaren 3 yıl geçmeden, 27.06.2005 tarihinde yeniden suç işleyen ve suçu sabit görülerek mahkumiyetine hükmedilen sanık yönünden 5237 sayılı TCY'nin 58. maddesindeki mükerrirlik koşulları oluşmuştur.

(5237 s. m. 58, 7/3)

TAM METİN :

Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan sanık Tayyar'ın, 5237 sayılı TCY'nin 81., 35/2., 29. ve 62. maddeleri uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında 53/1. ve 63. maddelerin uygulanmasına, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına, suçta kullanılan ekmek bıçağının müsaderesine ve sanığın tutukluluk halinin devamına ilişkin Edirne İkinci Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.04.2006 gün ve 375-127 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Birinci Ceza Dairesince 31.12.2007 gün ve 1299-9914 sayı ile;

"Mükerrirlere özgü infaz rejiminin zaman bakımından uygulamasının, 5377 sayılı Yasa ile değişik 5237 sayılı TCK'nın 7/3. maddesi gereğince, maddenin yürürlüğe giriş tarihi olan 08.07.2005 tarihinden önce işlenen suçlara uygulanamayacağı cihetle; suç tarihine göre sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nın 58. maddesi uygulanamayacağından hüküm fıkrasında yer alan "sanığın mükerrir olduğu anlaşılmakla bu hususun kararda belirtilmesine ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, ayrıca mükerrir olması nedeniyle cezanın infazından sonra denetimli serbestlik uygulanmasına" ibaresinin çıkartılmasına karar verilmek suretiyle düzeltilerek onanmasına,

Daire üyeleri S. Z. İskender ve E. Karataş'ın;

"5237 sayılı TCK'nın 58. maddesinde suçta tekerrür ve özel tehlikeli suçlar düzenlenmiştir. İnfazla ilgili bu maddenin, yürürlük tarihi olan 01.06.2005 tarihinden sonra işlenen suçlar bakımından uygulanma olanağı vardır.

Öte yandan, 765 sayılı TCK'nın yürürlükte bulunduğu tarihte işlenmiş suçlar bakımından, Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun, 27.12.2005 tarih ve 162-173 sayılı kararında açıklandığı gibi, 5237 sayılı TCY'nin 7/2. ve 5252 sayılı Yasa'nın 5349 sayılı Yasa ile değişik 9/1. maddeleri uyarınca somut karşılaştırma yapılarak lehteki yasa belirlenerek tüm hükümleriyle birlikte uygulanması gerekmektedir.

5237 sayılı Yasa'nın 08.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Yasa'yla konulmuş 7/3. maddesinde; "Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır." kuralına yer verilmiştir. Yerleşik uygulamaya göre, bu düzenlemenin anlamı lehteki ceza yasasının belirlenmesi sırasında bu hükümlerin gözönünde bulundurulmadan infaz aşamasında ayrı bir paket olarak dikkate alınacağına ilişkindir.

5237 sayılı TCK'nın 58. maddesi 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Zaman bakımından uygulamayla ilgili 7. maddesine, 08.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Yasa'yla değiştirilmezden önceki içeriğiyle 58. maddenin askıda olduğunu söylemek bilimsel yorum teknikleriyle bağdaşmaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı TCK, 01.06.2005 tarihinde tümüyle yürürlüğe girmiş olup, bu tarihten sonra işlenen suçlar bakımından 58. maddesinin uygulanmasına hiçbir engel durum yoktur.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

27.06.2005 tarihinde adam öldürmeye kalkışmak suçunu işleyen, sabıkalı sanık Tayyar hakkında 5237 sayılı TCK'nın 58. maddesinin uygulanmasında bir yanlışlık bulunmadığından, bu uygulamanın hüküm fıkrasından CMK'nın 322. maddesi uyarınca çıkarılmasına ilişkin Sayın Çoğunluğun görüşüne katılmamaktayız." yönündeki karşı oylarıyla karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığınca 07.03.2008 gün ve 188614 sayı ile;

"5237 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca kişinin mükerrir sayılması için ilk hükmün kesinleşmesinden sonra ikinci suçun işlenmesi yeterli olup, ilk suçun 01 Haziran 2005 tarihinden önce veya sonra işlenmesinin mükerrirlik açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu 17.04 2007 gün ve 2007/10-71 Esas 2007/98 Karar sayılı ilamında; 5237 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca kişinin mükerrir sayılması için ilk hükmün kesinleşmesinden sonra ikinci suçun işlenmesi yeterli olup, ilk suçun 01 Haziran 2O05 tarihinden önde veya sonra işlenmesinin mükerrirlik açısından herhangi bir önemi bulunmadığına işaret etmiştir.

Tekerrüre esas alınan Enez Sulh Ceza Mahkemesi'nin 22.05.2001 gün ve 2000/35 Esas ve 2001/98 Karar sayılı ilamı, 5237 sayılı TCK'nın 7/2., 5252 sayılı Kanun'un 9/3. madde ve fıkraları uyarınca zaman bakımından uygulanacak lehe kanunun tespiti yönünden incelendiğinde 765 sayılı TCK hükümleri uygulanarak verilen kesinleşmiş kararın hükümlü lehine olduğu da gözetilerek; yeni suçun 5237 sayılı TCK'nın 58/2-b. madde ve fıkrası bendinde yer alan süre içinde işlendiği, dolayısıyla hükmün onanması gerekmektedir." gerekçesiyle itiraz yasa yoluna başvurularak Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 31.12.2007 gün ve 1299/9914 sayılı düzeltilerek onama kararının kaldırılarak, Edirne İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 26.04.2006 gün ve 375/127 sayılı hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, Enes Sulh Ceza Mahkemesi'nin 22.05.2001 gün ve 35-98 sayılı ilamıyla, 765 sayılı TCY'nin 491/3., 522., 523. ve 81/1. maddeleri uyarınca 2 ay 21 gün hapis cezasına mahkum edilen, 13.09.2001 tarihinde mahkumiyeti kesinleşip, 02.07.2002 tarihinde cezası bihakkın infaz edilen sanığın 27.06.2005 tarihinde işlediği kasten adam öldürme suçu yönünden 5237 sayılı TCY'nin 58. maddesi uyarınca mükerrir sayılıp sayılamayacağının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

5237 sayılı TCY'nin 58. maddesi uyarınca;

Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hükmün kesinleşmesinden sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde, sanık hakkında tekerrür hükümleri uygulanacaktır. Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi için önceki hükmün kesinleşmesi ve ikinci suçun kesinleşmeden sonra işlenmesi yeterli olup, cezanın infaz edilmiş olmasına gerek bulunmamaktadır. Ancak beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkumiyet halinde cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına mahkumiyet halinde ise, cezanın infaz tarihinden itibaren üç yıl geçmekle ve yine fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış kişiler hakkında tekerrür hükümleri uygulanmayacak, mükerrir sanık hakkında, sonraki suç nedeniyle yasa maddesinde seçimlik ceza olarak hapis veya adli para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunacak, hükmolunan ceza mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilecek, ayrıca hükümlü hakkında cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanacaktır.

Bu şekilde 5237 sayılı TCY'nin 58. maddesinde düzenlenmiş bulunan tekerrürün koşulları ve sonuçlarını belirttikten sonra, 5237 sayılı TCY'nin 7/3. maddesinde 29.06.2006 gün ve 5377 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ile yapılan değişikliğin tekerrürün uygulanma koşullarına herhangi bir etkisinin bulunup bulunmadığı yönünde yapılan değerlendirmede ise;

5237 sayılı TCY'nin 7. maddesinin 3. fıkrası ilk halinde, "Güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanun uygulanır. " şeklinde iken 08.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ile; "Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler derhal uygulanır." şeklinde değiştirilmiş, bu değişiklikle ceza infaz rejimi olarak kabul edilen hapis cezasının ertelenmesi ile koşullu salıverilme ve mükerrirlere özgü infaz rejimi bakımından 5237 sayılı TCY'nin 7. maddesinin 1. ve 2. fıkralarındaki zaman bakımından uygulama, diğer infaz rejimine ilişkin kuralların ise derhal uygulanması sağlanmış, bu şekilde ileride infaz rejiminde yapılacak değişikliklerin uygulanmasını engelleyen ve sadece güvenlik tedbirlerinin infaz rejimi ile sınırlı düzenlemeye, cezaların infaz rejimi de eklenmek ve derhal uygulama ilkesi benimsenmek suretiyle genişletilmiş, anılan üç müessese yönünden ise zaman bakımından uygulama kurallarının geçerliliği kabul edilmiştir.

Ancak burada dikkate alınması gereken husus, bu kuralın ceza veya güvenlik tedbirinin kendisi ile ilgili olmayıp, infaz rejimi ile sınırlı olduğudur; zira gerek cezalar, gerekse güvenlik tedbirleri yönünde 7. maddenin 1. ve 2. fıkralarında yer alan kurallar geçerli olup, 3. fıkra sadece infaz rejimi ile sınırlıdır. Yine anılan fıkrada, "hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrür" yeni ceza sisteminde, bir infaz rejimi kurumu olarak düzenlendiğinden, doğabilecek adaletsizlikleri gidermek açısından, bu üç kurum yönünden derhal uygulama ilkesine istisna getirilmiş, maddenin ilk iki fıkrasındaki temel kuralların bunlar yönünden geçerliliği benimsenmiş, dolayısıyla lehte olanın uygulanabilmesi olanaklı sayılmıştır.

Görüldüğü gibi 5237 sayılı Yasa'nın 7/3. fıkrasında yapılan değişiklik tekerrürün koşullarını değiştirmeye yönelik olmayıp, infaz rejimi olarak düzenlenmiş bulunan tekerrürün de lehe yasa değerlendirilmesinde dikkate alınmasından ibarettir. Bu itibarla, 1 Haziran-8 Temmuz arasında işlenen suçlar yönünden, tekerrür açısından bir boşluğun bulunduğu veya bu tarihler arasındaki mahkumiyetlerde diğer koşullar bulunsa dahi 58. maddenin uygulanamayacağını kabul etmek anılan norm ve konuluş amacıyla bağdaşmamaktadır.

5237 sayılı Yasa'nın 58. maddesi uyarınca kişinin mükerrir sayılması için ilk hükmün kesinleşmesinden sonra ikinci suçun 1 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenmesi yeterli olup, ilk suçun 1 Haziran 2005 tarihinden önce veya sonra işlenmesinin herhangi bir önemi bulunmamaktadır.

İnceleme konusu somut olayda, önceden işlediği hırsızlık suçuyla kesinleşmiş mahkumiyetinin bihakkın infaz edildiği 02.07.2002 tarihinden itibaren 3 yıl geçmeden, 27.06.2005 tarihinde yeniden suç işleyen ve suçu sabit görülerek mahkumiyetine hükmedilen sanık yönünden 5237 sayılı TCY'nin 58. maddesindeki mükerrirlik koşulları oluşmuş bulunduğundan, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan 3 Kurul Üyesi, "5377sayılı Yasa ile 5237 sayılı Yasa'nın 7/3. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, değişikliğin yürürlüğe girdiği 08.07.2005 tarihinden önce işlenen suçlar açısından mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanamayacağı" görüşüyle itirazın reddi yönünde oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 31.12.2007 gün ve 1299-9914 sayılı düzelterek onama kararının düzeltme bölümündeki isabetsizlik nedeniyle KALDIRILMASINA,

3- Yerel mahkemenin usul ve yasaya uygun bulunan 26.04.2006 gün ve 375-127 sayılı hükmünün ONANMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı'na tevdiine, 08.04.2008 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

 

 
T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Silahla Yaralama Suçu Adam Öldürmeye Teşebbüs 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet Suçu Sanığın Akıl Hastası Olması Meşru Müdafaa Şartlarının Gerçekleşmesi Suçun Belirlenmesine Yönelik Dosyanın Tekemmül Ettirilmesi

 

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2008/1-22 Karar No: 2008/80 Tarihi: 15.04.2008

• Silahla Yaralama Suçu

• Adam Öldürmeye Teşebbüs

•  • Sanığın Akıl Hastası Olması

• Meşru Müdafaa Şartlarının Gerçekleşmesi

• Akıl Hastalarına Özgü Güvenlik Tedbirleri

• Suçun Belirlenmesine Yönelik Dosyanın Tekemmül Ettirilmesi

ÖZET :

Sanığın cuma namazı çıkışında, mağdura isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip, ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda, suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan rapora göre; suç tarihi itibarıyla ve halen sanığın 765 sayılı Yasa'nın 46. ve 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddeleri kapsamında akıl hastalığına müptela olduğu anlaşılmaktadır.
Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı, kusuru ortadan kaldırması nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a maddesi uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığı" hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
Olayda, sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak, dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen tanıkların ifadelerine başvurulmadan ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.
Öte yandan, 5271 sayılı CYY'nin 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCY'nin 32/1. madde ve fıkrası uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hüküm de bulunmamaktadır.








(765 s. m. 31, 33, 62, 448, 6136 s. m. 13/1, 5237 s. m. 32/1, 57, 765 s. m. 46)

TAM METİN :

Sanık Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde ruhsatsız tabanca ile mağdur Nazım A.'yı öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla 765 sayılı Yasa'nın 448., 62., 31., 33. ve 6136 sayılı Yasa'nın 13/1. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda; Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 17.11.2005 gün ve 16-103 sayı ile;

"1- Akıl hastalığı nedeniyle kendisine isnat edilen suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan sanığa 5237 sayılı Kanun'un 32/1. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına,

2- Sanığın 5237 sayılı TCK'nın 57/1-2. maddeleri uyarınca yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınmasına, yerleştirilecek kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azaldığının belirlenmesine kadar bu koruma ve tedavinin devamına, bu hususunun ilgili kurumca mahkememize bildirilmesi, serbest bırakılması hususunda ileride tekrar dosyanın ele alınmasına, bu itibarla ilgili kurumun sağlık kurulundan aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca rapor istenmesine, bu itibarla dosyanın tasdikli bir örneğinin ve ilgili kuruma gönderilmesine ve müsadereye" hükmedilmiş, bu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine de, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.07.2007 gün ve 3615-5742 sayı ile;

"Sanık ve mağdurdaki yara yerleri, yaraların niteliği ve yaralanma derecelerini de belirtir şekilde raporlarının aldırılarak, sanık müdafiinin olayı gördüklerini söylediği tanıklar Halis E. ile Enver Y.'nin dinlenip tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra suçun sübut ve vasfının belirlenmesi ve buna göre sanığın hukuki durumunun tayini ile hüküm tesisi gerekirken, yazılı şekilde eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozma kararı verilmiştir.

Bozma üzerine, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 16.10.2007 gün ve 254-320 sayı ile; "Bozma ilamında, sanık ve mağdurdaki yaraların mahiyeti ve olayı görmüş olan 2 şahsın dinlenmemiş olması gerekçe gösterilerek karar bozulmuş ise de; Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapor karşısında mağdurun yaralanma derecesi önem kazanmamaktadır. Yapılan yargılamada sanığın müsnet suçları işlemiş olduğu kesin olarak anlaşılmış ancak yukarıda da belirtildiği üzere Adli Tıp Raporu'na göre sanığa ceza verilmemiştir. Bozma ilamında belirtilen eksikliklerin araştırılması sonucu etkilemediği kanaatine varılarak bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı verilmiştir." şeklindeki açıklama ile; "Mahkememizin 17.10.2005 tarih ve 2004/16 esas, 2005/103 karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan bu kararımızda direnilmesine" denildikten sonra, önceki hüküm aynen verilmiş ve bu hüküm sanık müdafii tarafından eksik soruşturmaya, vs.ye yönelik olarak temyiz edilmiştir.

Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "bozma" istekli, 13.01.2008 gün ve 270130 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlık'a gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü:

Sanık Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde cuma namazı çıkışında, mağdur Nazım A.'ya isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip, ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayla ilgili olarak Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda, suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.

Dosya incelendiğinde;

Dosyada bulunan tutanak ve krokiden; olayın 19.09.2003 Cuma günü saat 13:30-14:00 sıralarında Dağyaka Köyü'nde, cuma namazı çıkışında ve köy camiine yaklaşık 100 metre mesafede meydana geldiği anlaşılmaktadır. Kolluğa yapılan ilk bildirim, Nazım ile Ahmet'in birbirlerini yaraladıkları ve Ahmet'in, Nazım'ın ayaklarının dibine tabanca ile ateş ettiği şeklinde olmuştur. Kolluk güçleri köye geldiklerinde sanık Ahmet'in hastanede olduğu belirlenmiştir. Olay yerinde de kan izleri tespit edilmiştir.

Olay yerinde saat 16:30 sıralarında kolluk tarafından yapılan araştırmada herhangi bir bulgu elde edilememiş, buna karşılık; aynı yerde, saat 23:37 sıralarında sanık, mağdur ve tanıklar da hazır bulundurulmak suretiyle yapılan araştırmada ağaç yaprakları arasında bir adet 7.65 mm çapında kovan bulunmuştur. Bununla birlikte, olayda kullanılan silahın ele geçirilmesi amacıyla 20.09.2003 tarihinde sanığın evinde yapılan aramada ve sonraki araştırmalarda olumlu bir netice sağlanamamıştır.

Dosyadaki raporlardan; olay sırasında, mağdurun 10 gün iş ve gücünden kalacak şekilde yaralandığı ve hayati tehlike geçirmediği, sanığın da yaralandığı fakat ne şekilde yaralandığının açıklığa kavuşturulmadığı gözlemlenmektedir. Zira, mağdurla ilgili olarak Kazan Merkez Sağlık Ocağı'ndan alınmış olan 19.09.2003 tarihli raporda yaraların yerleri vs. gösterilmemiş, sadece kaç gün iş ve gücünden kalacağı ile hayati tehlikenin bulunmadığı kaydı yer almıştır. Sanıkla ilgili olarak, Ankara Numune Hastanesi'nden alınan 19.09.2003 gün ve 26223 sayılı raporda ise; "Acil cerrahi girişim düşünülmediğinden geçici rapordur, asıl raporu adli tabiplikçe verilecektir, bu haliyle hayati tehlikesi mevcut değildir. İlgili konsültasyonlar ektedir." yazılı olmakla birlikte, rapor ekinde başka bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla, mevcut raporlardan mağdur ve sanığın ne şekilde yaralandıkları anlaşılamamaktadır.

Aynı zamanda kronik akciğer, alzheimer, kalp, şeker ve yüksek tansiyon hastası olan sanığın akli durumunun tespiti amacıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden alınan 03.10.2003 ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu'ndan alınan 22.03.2004 tarihli raporlarda; "sanık Ahmet Y.'nin suç tarihi itibarıyla ve halen 765 sayılı Yasa'nın 46. maddesi kapsamında kaldığı ve ceza ehliyetinin bulunmadığı" bildirilirken; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu'ndan alınan 10.12.2004 tarihli raporda; ceza ehliyetinin tam olduğu mütalaa olunmuş ise de; ortaya çıkan çelişki Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan 02.06.2005 tarihli raporla tamamen giderilmiştir. Bu raporun sonuç bölümünde; "Tıbbi belgeler ile adli dosyasında belirlenen suçun nevi, motivasyonu ve işleniş tarzı, sanığın suç işleme ve suça karşı kendini savunma mantığı, suç öncesi, esnası, sonrası tutum ve davranışları, sanık, tanık ifadeleri gibi adli tıbbi yorumlamayı ilgilendiren hususların değerlendirilmesi ve 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu adam öldürmeye tam teşebbüs, 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet suçu nedeniyle ceza ehliyeti olup olmadığı sorulan 1927 doğumlu Ahmet Y.'nin 4. İhtisas Kurulu'nda 28.07.2004 ve 24.11.2004 tarihlerinde ve Genel Kurul'da 02.06.2005 tarihinde yapılan muayenelerinden elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanmasından; cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak mahiyet ve derecede olan genel tıbbi duruma bağlı psikotik bozukluk denilen akıl hastalığı saptandığı, adli dosya tetkikinde de sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak derecedeki bu akli arızanın etkisi altında olduğu anlaşıldığına göre; Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu suça karşı cezai sorumluluğunun olmayıp hakkında TCK'nın 46., yeni TCY'nin 32/1. maddesinin tatbikinin uygun olduğu mütalaasına oybirliği ile varıldı." şeklindeki görüşe yer verilmiştir.

Olayla ilgili olarak ifadesine başvurulan mağdur Nazım A. kolluktaki 19.09.2003 tarihli ifadesinde; "Bugün cuma namazından çıktım. Ahmet T. ile yürüyerek ve konuşarak evimize gidiyorduk. Camiden yaklaşık 50 metre civarında uzaklaştık. Ahmet Y. evi ters istikamette olduğu halde bizi takip ederek bizim peşimizden geliyordu. O sırada yanımda bulunan, Ahmet'in ayrılmasını bekliyordu. Ahmet de ayrılmayınca yanıma geldi. "Ne konuşuyorsun lan" dedi. Hemen silahına sarılıp benim üzerime hayalarıma doğru ateş etti. Ancak beni vuramadı. Mermiler yere isabet etti. Yanımıza geldiğinde silahını önceden doldurmuş, ateşe hazır idi. Dört el ateş ettikten sonra ben kendisine saldırdım. Elinden silahı almaya çalışırken kendisi tekrar silahı doldurmaya çalıştı. Ancak dolduramayınca silahın kabzası ile suratıma vurdu. Ben bu boğuşma anında elime yerden taş aldım ve kafasına vurdum. O anda yanımızda bulunan Ahmet T. ve köy imamı araya girerek tekrar ateş edilmesini engelledi. Bu yine silahı doldurdu. Ahmet T. önüne geçince bana ateş edemedi. Yerden taş alarak bana atmaya başladı. Bizi tekrar ayırdılar ve evimize gittik. Oğlum olan Ekrem'i çağırdım, onunla karakola geldik. Ahmet Y. ile aramızda problem yoktu, ancak 1 yıl önce bir durumdan dolayı mahkemelik olduk. Bunun haricinde bir olayımız olmadı. Neden beni vurmak istedi bilmiyorum. Şikayetçiyim." şeklinde iddiada bulunurken, Cumhuriyet Savcısı önündeki 11.11.2003 tarihli ifadesinde; "Yol ayrımında ayrılırken Ahmet T. "havuzu salayım" dedi, ben de "yardım ederim, sal" dedim. O esnada Ahmet Y. bana "doğru konuş lan" diye seslendi. Benim önüme atladı. Tabancasını bana tutarak ateşledi. Kurşun değmedi. Araya Ahmet T. girdi. Onun da sağından solundan 4 el ateş etti. Ben de canımı kurtarmak için üzerine atladım, can havliyle elimdeki taşı ona vurdum, bizi ayırdılar. Bana niçin saldırdığını bilmiyorum." demiş, mahkemede ise önceki ifadelerini tekrar ettiğini söylemekle yetinmiştir. Olayın görgü tanıkları Ahmet T. ve Recep T.'nin ifadeleri de mağdurla aynı mahiyettedir.

Buna karşılık; sanık Ahmet Y. ise; önce Nazım'ın silah çektiği, kendisinin silahı Nazım'ın elinden alıp boşaltmak amacıyla yere sıktığı, daha sonra ise Nazım A., Recep T. ve Ahmet T.'nin kendisini birlikte darp ettikleri şeklinde savunma yaparken, Nazım'daki yaranın kendisi tarafından silahın kabzasıyla ve meşru müdafaa şartlarında oluşturulduğunu ifade etmiştir.

Bununla birlikte; sanık tarafından verilen dilekçede olayı gördüğü ifade edilen ve sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesi'nde açtığı 2004/31 esas sayılı şahsi davada tanık olarak ifadesine başvurulan Halis E. ile sanığı hastaneye götüren Enver Y. tanık olarak çağırılıp dinlenmemişlerdir.

Şu durumda; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan rapora göre; suç tarihi itibarıyla ve halen sanığın 765 sayılı Yasa'nın 46. ve 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddeleri kapsamında akıl hastalığına müptela olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı "kusuru ortadan kaldırması" nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda "kınanamaz" yani sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a maddesi uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığı" hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.

Akıl hastası olduğu belirlenenler hakkında verilmesi gereken hükümler açısından 765 sayılı Yasa'nın 46/1. maddesi ile 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi arasında fark bulunmamaktadır. Buna karşılık, akıl hastalarına uygulanacak tedbirler açısından 765 sayılı Yasa'nın 46. maddesi ile 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi arasında önemli farklar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte; 765 sayılı Yasa'nın 46/3. maddesinde yer alan "Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnat olunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz." şeklindeki düzenlemenin bir benzerine 5237 sayılı Yasa'nın 57/2. maddesinde ve "Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve aralıkları belirtilir." biçiminde yer verilmiş olması; akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak uygulamanın sınırlarını belirleme açısından, işlenen fiilin bir suçu oluşturup oluşturmadığını eğer oluşturuyor ise suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini zorunlu kılmaktadır.

Bu nedenlerle; sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak, dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen Halis E. ile Enver Y.'nin ifadelerine başvurulmadan ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan, keza sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesi'nde açmış bulunduğu 2004/31 esas sayılı şahsi dava dosyasının onaylı bir örneği dosyaya celbedilip duruşmada okunarak değerlendirmesi yapılmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.

Öte yandan, 5271 sayılı CYY'nin "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCY'nin 32/1. madde ve fıkrası uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hüküm de bulunmamaktadır.

Bu itibarla; sanık müdafiinin temyiz itirazlarının kabulüyle, yerinde görülmeyen yerel mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünce doğrultusunda bozulmasına ve dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.

Açıklanan nedenlerle;

1- Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 16.10.2007 gün ve 254-320 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tevdiine, 15.04.2008 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

 

 
<< Başlangıç < Önceki 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Sonraki > Son >>

Sayfa 8 / 11
JoomlaWatch Stats 1.2.8b by Matej Koval