Anayasa Mahkemesi Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hak. Kanun, Danıştay Kanunu, Adli Tıp Kurumları Kanunu, Yargıtay Kanunu, Hakimler ve Sav. Kanunu'nda Değişiklik Yapmaya Dair 6110 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin İptaline Yönelik Anayasa Mahkemesi Kararı

(6110 Sayılı Kanunun bazı maddelerinin iptaline yönelik dava üzerine Anayasa Mahkemesi kararı.)

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı    : 2011/29

Karar Sayısı : 2012/49

Karar Günü : 30.3.2012

İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk Partisi) Partisi TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri K. Kemal ANADOL, M. Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE

İPTAL DAVASININ KONUSU : 9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un:

A- İptal davası ile ilgili ilk ve esas incelemelerinde,  2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. ve 47. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine;

B- 1- 1. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının,

b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…yeteri kadar üye…” ibaresi ile üçüncü ve dördüncü cümlelerinin,

2- 2. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 17. maddesinin;

a- (1) numaralı fıkrasının,

b- (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin,

 

3- 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının,

4- 5. maddesiyle değiştirilen 14.4.1982 günlü, 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanunu’nun 4. maddesinde yer alan “…hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” ibaresinin,

5- 7. maddesiyle değiştirilen 4.2.1983 günlü, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 5. maddesinin,

6- 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” bölümünün,

7- 9. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder.” biçimindeki ikinci ve üçüncü cümlelerinin,

8- 10. maddesiyle 2797 sayılı Kanun’a eklenen 53/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “…ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak…” ibaresinin,

9- 11. maddesinde yer alan “… (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne, …” ibaresi ile “… (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne, …” ibaresinin ve bu ibarelere bağlı olarak 6110 sayılı Kanun’a eklenen (2) ve (4) Sayılı Listelerin,

10- 12. maddesiyle 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasının,

11- 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen 18.6.1927 günlü, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinin birinci fıkrasının “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.” biçimindeki birinci cümlesinin,

12- Geçici 1. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarının,

13- Geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…Devlet aleyhine …” ibaresi ile (2) ve (3) numaralı fıkralarının,

14- 16. maddesinin Yargıtay, Danıştay ve yargı yetkisi yönlerinden,

Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 9., 10., 36., 37., 123., 138., 141., 142., 154. ve 155. maddelerine aykırılığı savıyla iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına;

karar verilmesi istemidir.

I- REDDİ HAKİM, İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ

Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

“II. BAŞKAN REDDİ İSTEMİNİN GEREKÇESİ

1- 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu, 2575 Sayılı Danıştay Kanunu, 2659 Sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 1806 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunda değişiklikler yapılmıştır.

Bu dava dilekçesiyle, 6110 sayılı Yasayla yapılan değişikliklerle ilgili kimi madde ve hükümlerin Anayasaya aykırılıkları savıyla, yürürlüğü durdurma istemli iptal davası açılmıştır. Ancak, yürürlüğü durdurma ve iptal davasının ilk ve esas incelemelerinin görüşülmesinde, aşağıda gerekçelerini açıklayacağımız nedenlerle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın reddini talep etmekteyiz.

Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç, 15.02.2011 tarihli “Radikal” gazetesinde yayınlanan söyleşisinde (Ek-2) “Yüksek yargının bugün içinde bulunduğu durumda yıllardır yargıdaki birikimi gidermek için çaba harcamamış olmasının payı olduğunu, Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının bugüne dek üyeleriyle yargıdaki birikmeyi nasıl çözeceklerine dair bir toplantı yapmadıklarını öne sürerek ‘Üzülerek söyleyeyim, yüksek yargı bugüne dek uyumaktan başka bir şey yapmadı’, ‘Belli günlerde konuşma yapıp mesaj vererek sorun çözülmüyor’” diyerek Mahkemenizin önünde bulunan dava ile ilgili olarak kanaat beyan etmenin dışında, Anayasa Mahkemesi Kanunun 47 nci maddesinde sözü edilen tarafsız hareket edemeyeceği kanısını haklı kılan söz ve davranışlarda bulunmuştur.

2- 6110 Sayılı Kanunun genel gerekçesi okunduğu zaman Yargıtay ve Danıştayın iş yüklerinin yoğunluğu nedeni ile dosyaların incelenmeden karar verildiği bunun adalete olan inancı sarstığı bu değişiklikler ile yargının hızlandırılacağı iddialarına yer verildiği görülecektir.

Yasanın genel gerekçesinde belirtilen hususlar Başkan Haşim Kılıç’ın basın açıklaması ile örtüşmektedir.

2949 Sayılı “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun”un, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin bakamayacağı dava ve işleri düzenleyen 46 ncı maddesinin beşinci bendinde, Başkan ve üyelerin “İstişari mütalaa ve kanaat beyan etmiş olduğu dava ve işlere” bakamayacağı, yine Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün “Yasaklar” başlıklı 32 nci maddesinde de Başkan ve üyelerin mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konular hakkında sözlü veya yazılı olarak görüşlerini beyan edemeyecekleri belirtilmiştir.

İçtüzüğün 32 nci maddesi, Mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konudan söz etmektedir. Burada “güncel konuyu”, açıklamanın yapıldığı günlerde Mahkemeye gelmesi olası, dolayısıyla inceleme konusu olabilecek iş ve dava olarak anlamak gerektiği gibi; gerek Anayasa Mahkemesi Kanunun 46/5 inci maddesinde belirtilen “istişari mütalaa ve kanaat beyan etmiş olma” ve Mahkeme İçtüzüğünün 32 nci Maddesinde sözü edilen “görüş belirtme” terimleri Başkan ve üyelerce kullanılacak oyun belli edilmesinden daha geniş kapsamlıdır. Oy açıklaması niteliğinde olmayan Mahkemenin önündeki somut olayda olduğu gibi, Başkanın Radikal Gazetesindeki söyleşisinde, yüksek yargı organlarını töhmet altında bırakan, icapsız düşünce, görüş ve kanaatlerini açıklama olaylarını da içermektedir.

3- Yargılamanın dürüst ve hakkaniyete uygun yapılması, hukuk devletinin gereğidir. Yargılamanın adil olması için mahkemenin bağımsız olması ve objektif olarak tarafsız bir görünüme sahip olması yetmez. Bunların yanı sıra yargılama makamında görev alan Başkan ve üyelerin her birinin de tarafsız olmaları gerekir. Başka bir ifadeyle yargılama makamını işgal edenlerin tarafsızlık konusunda kuşku yaratacak davranışlar içinde bulunmamaları gerekir. Objektif tarafsızlık yanında sübjektif tarafsızlık da aynı derecede önemlidir.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 46 ncı maddesiyle birlikte, 47 nci maddesinde de ret konusuna yer verilmiş, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hallerin dava açılmadan veya iş Mahkemeye gelmeden önce mevcut olduğu iddiası ile reddolunabileceği belirtilmiştir.

Somut olayda olduğu gibi Başkan ve üyeler önlerine gelmesi kuvvetle muhtemel ve hatta Anamuhalefet (CHP) Partisi yetkililerince Mahkemeye taşınacağı açıkça beyan edilmiş güncel bir dava konusunda da görüş belirtmiş olabilirler.

Anayasa Mahkemesi Yasasının 47 nci maddesi Başkan ve üyelerin, tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hallerin mevcut olduğu iddiası ile reddolunabileceklerine amirdir.

Başkan Haşim Kılıç, dava konusu edileceği açıkça beyan edilen 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun temel gerekçesinin Yargıtay ve Danıştaydaki iş yükünün azaltılmaya yönelik olduğunu bilmesine rağmen kendisi hakkında bir ön yargı yaratacak şekilde yukarıda belirttiğimiz açıklamaları yapmış sonradan da gazetecinin bu yasa ile ilgili daha somut soru sorması üstüne de “Ben bu soruya cevap verirsem doğru olmaz; çünkü ana muhalefet partisi, onaylanması durumunda Anayasa Mahkemesi’ne başvuracağını söyledi. Önümüze gelebilecek bir dosya hakkında konuşmayayım” demiştir. Böylece, yaptığı açıklamanın kendisinin tarafsızlığı konusunda şüphe yaratacağını bildiğini de teyit etmiştir.

Tarafsızlık ilkesi yargıcın yalnızca tarafsızlığının gölgelendiği bir işe ve davaya bakmamasını değil, tarafsızlığı konusunda kuşku uyandıracak tutum ve davranışlardan kaçınmasını da gerektirir.

Aslında yargıcın, tarafsızlığının gölgelendiği dava ve işlere bakmaktan çekinme ödevinden önce, bu konuda kuşku uyandıracak tutum ve davranışlardan kaçınma ödevi vardır.

Nitekim, Mahkemede bu tür iddialar ileri sürüldüğünde, tarafsızlığını kanıtlamak ve Mahkemenin kararına gölge düşürmemek için davaya girmeme kararı alındığı, ret talebi kabul edilmemesine rağmen etik olarak ilgiyi davaya girilmediği bilinmektedir.

Açıklanan nedenlerle Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, 6110 sayılı Yasanın ana konusunu oluşturan Yargıtay ve Danıştay ile ilgili olarak yaptığı açıklama, 2949 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46 ncı ve 47 nci maddelerine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 32 nci maddesine aykırılık teşkil ettiğinden, 6110 sayılı Yasa’nın iptali ve yürürlüğünün durdurulmasıyla ilgili ilk ve esas incelemelere katılarak karar veremeyeceğinden, Başkan reddi talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur.

III- İPTAL İSTEMİNİN GEREKÇESİ

a- 6110 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesiyle Değişik, 2575 Sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Yasanın 1 inci maddesiyle, Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası değiştirilmiş, Danıştay daire sayısı artırılarak iki yeni daire kurulması öngörülmüştür. Danıştay, ondördü dava, biri idari daire olmak üzere onbeş daireden oluşacaktır.

Değişiklik gerekçesinde;

“Adlî yargı ve idarî yargı mahkemelerince verilen kararların temyiz mercii olan bu iki yüksek mahkemenin son yıllarda aşırı iş yükü ile uğraşmak zorunda kaldığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. (…) 2007 yılında Danıştaya gelen dosya sayısı, 110.934 iken, bu rakam, 2008 yılında 130.278; 2009 yılında ise 126.224 olmuştur. Belirtilen yıllarda sonuçlandırılan dava ve iş sayısı ise 2007 yılında 88.297’ye, 2008 yılında 99.299’a, 2009 yılında ise 106.982’ye ulaşmıştır. Yine aynı yıllarda, sonraki yıla devreden dosya sayısı ise sırasıyla, 118.415, 149.394 ve 168.636’dır. Davaların yüksek mahkemeler önünde sürüncemede kalması, şikâyetlere neden olmakta ve İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye taraf olarak adil yargılama taahhüdünde bulunmuş ülkemizin de bu duruma çare bulmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Diğer taraftan, Yargıtay ve Danıştay Başkanları da uzun yıllardan bu yana adlî yıl açılış konuşmalarında iş yoğunluğunu gündeme getirmekte ve bu kadar yoğun iş yükü altında çalışılması sebebiyle hata yapmanın kaçınılmaz bir hal aldığını ifade etmektedirler. Yüksek mahkemelerin yapacağı hataların, toplumda adalete olan güveni zaafa uğratacağı ise şüphesizdir. Diğer taraftan, Yargıtay ve Danıştay Başkanları da uzun yıllardan bu yana adlî yıl açılış konuşmalarında iş yoğunluğunu gündeme getirmekte ve bu kadar yoğun iş yükü altında çalışılması sebebiyle hata yapmanın kaçınılmaz bir hal aldığını ifade etmektedirler. Yüksek mahkemelerin yapacağı hataların, toplumda adalete olan güveni zaafa uğratacağı ise şüphesizdir. Bu kadar yoğun iş yükü sebebiyle, yüksek mahkemelerde dosyaların yeterince incelenmeden sonuçlandırıldığı şeklinde bir anlayış da toplumda hâkim olmaya başlamıştır. (…) Resmî verilere ve yüksek yargı organlarının başkanları tarafından yapılan açıklamalar sonucu ortaya çıkan sayılara göre, bugün itibarıyla yeni iş gelmese bile Yargıtay ve Danıştayda bulunan işlerin en erken dört – beş yıl içinde bitirilebileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. (…)idarî yargıda atama, kamulaştırma, imar, emeklilik, gibi konulardan kaynaklanan davalar yıllarca Danıştayda temyiz incelemesini beklemekte, bu gecikmenin sonucunda verilen kararların uygulanması bazen mümkün olmamaktadır. Bu ve benzeri olaylar sonucunda, idarî yargı kültürüne “uygulanması mümkün olmayan kararlar” kavramı girmiştir. (…)Yine Tasarıyla, yukarıda belirtilen ihtiyaçları karşılamak üzere, Danıştayda iki idarî dava dairesi kurulmakta ve toplamda 13 olan Danıştay daire sayısı 15’e çıkarılmaktadır. Buna bağlı olarak yine yukarıda belirtilen gerekçelerle, Danıştay Kanununa 61 yeni üye kadrosu ilave edilmektedir. Bu şekilde, yeterince üyeye sahip olan dairelerin işlerin bir an önce bitirilmesi için iki heyetle çalışmalarına imkân tanınmaktadır. Diğer taraftan, dosya sayısı 6.000 dolayında olan ancak dairelerdeki üye sayısının yetersizliği sebebiyle haftada sadece bir gün çalışan Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulu üye kadrosunun arttırılmasının sonucunda daha sık aralıklarla toplanabilecektir.”[1]

Gerekçede de görüldüğü gibi, Danıştayda daire sayısının ve buna bağlı olarak da üye sayısının artırılması, iş yüküne ve iş gecikmesine bağlanmıştır. Gerekçe, idari yargı sistemini ve idari yargı sistemindeki sorunları bütüncül olarak yakalamadığı gibi, sadece niceliksel verilere bağlı kalmakta, niteliksel ve içeriğe bağlı gerekçeleri dikkate almamaktadır. Bir temyiz mahkemesi olmakla birlikte ilk derece mahkemesi de olan Danıştay’a, dosya yığılmasının ve dosya sayısındaki artışın tartışması da yapılmamaktadır. Temel sorunun, idari yargıya açılan dava sayısındaki artışın nedenleri üzerine kurulu olduğu gerçeği de göz ardı edilmektedir.

Aynı zamanda birinci derece mahkeme olarak da görev yapan Danıştay’ı, genelde yargının özelde idari yargının, yargı sisteminin, hatta hukuk sisteminin bütüncül yapısı ve sorunlarından soyutlayarak tek başına ele alıp, üye ve daire sayısında niceliksel artışa bağlı çözüm önerisi getirilmiş, yasa değişikliği, görünürde dar bir amaçla sınırlandırılmıştır.

Değişikliğin, Anayasanın kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı olarak, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan tasarı ile TBMM’ye sunulması, yukarıdaki değerlendirmeyle birlikte ele alındığında, “dar amaç” daha da sınırlandırılmakta, hatta amacı hak arama özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve yargı sorunlarından kopararak, sadece yürütme organının istekleri doğrultusunda bir değişikliğe hapsetmektedir. Yargı yetkisini Ulus adına kullanılması gereken bağımsız mahkemeler, yürütme organının isteklerine ve yönlendirmesine bağlanmaktadır.

Hukuk devletinde yasalar, kişisel amaçlarla çıkarılamayacağı gibi, bir partinin siyasal amaçları için de çıkarılamazlar. Söz konusu yasalar, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre düzenlenmesi gereken ve yürütmeden bağımsız olması gereken bağımsız yargıyla ilgiliyse, anayasal amaç denetimi daha da önem kazanır. Yasaların Anayasaya uygunluk denetiminde amaç unsuru, “yasanın nihaî unsuru”dur. Yasaların hangi amaçlarla yapılacağı Anayasada belirtilir.[2] Yasa koyucu, belli bir sonuca ulaşmak için değişik yolların seçimini siyasi tercihlere göre yapmakla serbest olmakla birlikte, bunu yaparken anayasal ilkelere uymak zorundadır. Söz konusu olan yargıya ilişkin yasalar ise çoğunluk ilkesi de tek başına yasa değiştirmeye yetmeyecek, çoğulculuk ilkesiyle birlikte, evrensel hukuk ilkeleri ve yargı bağımsızlığı ilkeleri devreye girecektir.

Saklı amaç, diğer bir deyişle başka ya da örtülü amaçlara ulaşmak için yasal düzenleme yapmak, yasayı amaç unsuru bakımından sakatlar, anayasal anlamda yetki saptırmasına neden olur. Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi, iptali istenen hükümle “kapalı olarak” bir amaç güdülüp güdülmediği araştırılabilir.[3] “Düzenlemenin daha çok, siyasal nedenlere dayandığı durumlarda, kamu yararı olmadığı için, amaç unsuru bakımından Anayasaya uyguluk savunulamaz.”[4]

Yasamanın takdirine bırakılmış konularda, yasa koyucu yetkisini kullanırken, “Anayasa kuralları ile kamu yararı ve kamu düzeninin gereklerine bağlı kalmak zorundadır”.[5] Bu bağlılık, hukuk devletinin önemli ilkelerinden “iyiniyet ilkesine” bağlılığı da kapsar. İyiniyet ilkesi, yasaların konuluş amacıyla birlikte, o yasaların kamuoyunca algılanış biçimini de kapsar. Yasanın iyiniyetle çıkarıldığına inanılmaması, hukuk güvenliğini de sarsar, hukuk devletine güveni alt üst eder. Bundan da en çok bağımsız yargı etkilenir, yargı bağımsızlığı zedelenir.

Yargı, Anayasanın birçok müessesesinden farklı olarak, anayasal güvence altına alınmıştır. Bu güvence, evrensel yargı bağımsızlığı ilkeleriyle de donatılmak zorundadır. İdari mahkemelerce verilen ve yasanın başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan Danıştayın da, Anayasanın 155 inci maddesine göre “kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri”, idari yargının özelliğine göre yasayla düzenlenirken, uyulması gereken en temel ilke “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasları”dır. Hukukun genel ilkeleri, yasamanın takdir yetkisinde uyulması gereken temel ilke olduğuna göre, “yargı bağımsızlığı” da yargıya ilişkin düzenlemelerde en temel ilkedir. Yargının sorunları ve çözüm yolları bu temel ilkeye göre şekillenmek zorundadır. Yasama organının takdir yetkisi sınırsız değildir.

Danıştay daire ve üyelerinin sayısının yürütme organı tarafından önerilen bir tasarı ile artırılması, yargıya ilişkin sorunların sadece bu artışa indirgenmesi saklı amacı ortaya çıkarmaktadır ki, yargı bağımsızlığı en ufak kuşkuyu ya da gizliliği kaldırmaz. “Hukukun ana prensiplerine dayanmadan ve sadece belli bir anda hasıl olan geçici çoğunluğun sağladığı kuvvete dayanılarak çıkarılan kanunlar toplum vicdanında olumsuz tepkiler yaratır”.[6] Oysa, anayasal yüksek yargı organlarının yapılanmasıyla ilgili değişiklik, hazırlanış ve görüşülme süreçlerinde “bir partinin yasasına” ve bir partinin kadrolaşma girişimine dönüşmüştür.

“Kuvvetler ayrılığının çağdaş anlamı, yasama ve yürütme arasındaki ayrılıktan çok, yargı organının bu iki siyasal nitelikli organ karşısındaki bağımsızlığını ön plana çıkarmaktadır.”[7]

Toplumumuzda ve Avrupa Birliğinde, yargı alanında devletin yapılanması bakımından üzerinde anlaşılarak ve vurgulanarak yıllardır yapılması beklenenler; yargının tam anlamıyla tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanması, sorunlarının bir reform paketi halinde bütünsellik içinde çözümlenmesidir. Oysa dava konusu kuralda, söz konusu amaca yönelik bir düzenleme yapılmadığı, kadrolaşmaya yönelik nicelik değişikliğiyle yetinildiği görülmektedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, bir hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Çağdaş çok partili parlamenter rejimlerde, iktidar partisi kanalıyla “yasama – yürütme” arasında yaratılan fiili bütünleşmenin “yasama – yürütme” denetimini işlemez hale getirmesi nedeniyle ortaya çıkacak denetim boşluğu karşısında, siyasi iktidarın hukuk sınırları içinde kalmasını sağlayacak tek güç, yargı olduğundan, temel yargı sorunları yerine sadece daire ve üye sayısının artırılmasına yönelik düzenleme anayasal amaca uygun düşmemektedir. Niceliksel artışa, “iş yükü ve gecikme” gibi soyut gerekçe bulunurken, artış oranına ilişkin hiçbir somut gerekçe ortaya konulmaması da anayasal amaca uymamaktadır.

Yargının, yargı organlarının üyelerinin seçiminde yasama veya yürütmeye tanınan yetkiler nedeniyle tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirip, yandaş yargıya dönüşmesi; yasama – yürütme arasındaki fiili bütünleşmeye yargının da katılması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir bütünleşmenin ise, demokrasinin bir totaliter rejime dönüşmesi tehlikesine yol açacağı kuşkusuzdur. Değişikliğin, yasama süreci ve anayasaya uygun olmayan amacı, bu değişikliğe göre seçilen üyelerin bir “dönemin ve partinin” adıyla anılmasına neden olacaktır ki, bu durumun yargı bağımsızlığıyla bağdaştırılması mümkün değildir.

Düzenlemede, yargı mensuplarının, hukukçuların, bilim insanlarının ve siyasi partilerin üzerinde anlaşmış olduğu bütünsel çözüm yer almadığı gibi; toplumumuzda oluşmuş ortak beklentiler de karşılanmamıştır. Bu durum, söz konusu değişikliğin kamu yararına değil, birtakım öznel amaçlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Daire sayısındaki ve buna bağlı olarak üye sayısındaki artış, madde gerekçesinde iş yüküne bağlanmasına karşın, söz konusu artış oranı hiçbir somut, bilimsel, iddia edilen sorunları çözme konusunda gerekli ve elverişli bir gerekçeye bağlanmamıştır. Bu gerekçesizlik, haklı olarak sayısal artışın, mevcut sayının çoğunluğunu ele geçirme şeklinde değerlendirilmesine neden olmuştur ki, yasal düzenlemelerden bu şekilde kuşku duyulması dahi hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yönlerinden kabul edilemez.

Hukuk devletinin yapıcı unsurları, tüm ilkeleriyle yaşama geçirilmeden, hukuk devletinden de söz edilemez. Bu unsurlar, Devletin hukuka ve demokratik bir anayasaya uygunluğunu sağlayan ilke ve kurallar, bu uygunluğu pekiştirecek yargı denetimi, bu mekanizmanın etkin işleyişi için gerekli olan yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma ilkesinin getirdiği güvencelerdir.[8] Yasalar yapılırken bu ilkelere uyulması gerekir. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşullarından biri olduğuna göre, bu bağımsızlığı zedeleyecek her türlü işlem evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasaya aykırılık oluşturur.

Açıklanan nedenlerle, 6110 Sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değişik, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

b- 6110 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesiyle Değişik, 2575 Sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinde Yer Alan “… yeteri kadar üye …” Sözcükleri ile Üçüncü ve Dördüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı

13 üncü madenini değişik (2) numaralı fıkrasında, “Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt çoğunluk ile karar verir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Müzakereler gizli yapılır” denilmiştir.

Fıkranın değişiklikten önceki şekli, “Her daire bir başkan ve en az dört üyeden kurulur, görüşme sayısı beştir, kararlar çoğunlukla verilir” şeklinde iken, yapılan değişikliğe göre, her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunacak, heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanıp, salt çoğunlukla karar verecektir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilecek, bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık edecektir.

Anayasanın 155 inci maddesinin son fıkrasında, Danıştayın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri, idari yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir denilmiştir. Sondan bir önceki fıkrada da daire başkanlarının Danıştay Genel Kurulunca seçim biçimi gösterilmiştir. Böylece her iki fıkrada sayılan hususlar, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasını gereği olarak anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır.

“Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. Öngörülebilirlik şartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.” (AYMK., 17.04.2008 günlü, E.2005/5, K.2008/93).

Dava konusu kuralların yer aldığı (2) numaralı fıkranın birinci tümcesinde yer alan “… yeteri kadar üye …” sözcükleri soyut ve belirsiz olup yasallık ilkesine uygun düşmemektedir. Buna bağlı olarak fıkranın üçüncü tümcesinde, üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği belirtilerek, aynı belirsizlik bu tümceye de taşınmıştır. Yargılama yapacak heyet tamamıyla soyut ve belirsiz üye sayısına bağlanmıştır. Sayısal yeterlilik yargılamayı yapacak heyetin yasayla oluşturulduğu anlamına gelmez.

Aynı dairede birden fazla heyetin çalışması, yargılama ve içtihat birliği yönlerinden de sorunlar yaratacak, aynı dairede aynı konuda farklı kararların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Kuralda bu konuda önlem de alınmamıştır. Yargının kendi içinde alacağı önlemlerden söz edilebilirse de, yasal güvenceyle belirlenmeyen ve öngörülemeyen bu önlemlerin yargılamayı geciktireceği, bunun da dava konusu düzenlemenin gerekçesiyle ters düşeceği kuşkusuzdur. Aynı dairenin birbirinden kopuk iki heyetle çalışması, farklı içtihatların oluşmasıyla birlikte, çalışma düzeninin de bozulmasına neden olacaktır.

Öte yandan, fıkranın üçüncü tümcesinde, Anayasanın 155 inci maddesinde yer almayan “heyet başkanı”na yer verilmiştir. Anayasanın 155 inci maddesine göre daire başkanının seçimle gelmesi gerekir. Seçilmemiş fiili başkan yaratılması ve bu başkana seçimle gelen başkan yetkilerinin verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değişik, 2575 Sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “… yeteri kadar üye …” sözcükleri ile üçüncü ve dördüncü tümceleri Anayasanın 2 nci ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptalleri gerekmektedir.

c- 6110 Sayılı Kanunun 2 nci Maddesiyle Değişik, 2575 Sayılı Kanunun 17 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile (3) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı

2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle, İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) ile Vergi Dava Daireleri Kurulu (VDDK)’nun yapıları değiştirilmiş, İDDK’nin idari dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden; VDDK’nin vergi dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden oluşması öngörülmüştür.

Değişik (3) numaralı fıkranın birinci tümcesinde ise toplantı ve görüşme yeter sayısı İdari Dava Daireleri Kurulu için otuzbir, Vergi Dava Daireleri Kurulu için ise onüç olarak belirtilmiştir.

(1) numaralı fıkrada yapılan değişiklikle, değişiklikten önce “idari dava daireleri başkanları ile her idari dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden” oluşan İDDK’nin ve vergi dava daireleri başkanları ile “her vergi dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden” oluşan VDDK’nin üye sayıları artırılmakla kalınmamış, aynı zamanda da bu kurullar tüm başkan ve üyelerden oluşan yapıya kavuşturulmuştur. Böylece, İDDK’nin sayısı 101’e, VDDK’nin sayısı ise 41’e çıkarılmıştır.

Her iki Kurul’da yapılan değişiklik, Kurullarda bulunan dairelerin başkan ve üyelerine bağlanmış olmakla Anayasanın 155 inci maddesinin son fıkrasında öngörülen “kanunla düzenleme” ilkesine uyulmuş olunmakla birlikte, üye sayılarının niceliksel olarak belirlenmemesi, Kurulların toplanacağı andaki mevcut üyelere bağlanması dönemlere bağlı olarak üye sayılarında değişmelere neden olacaktır ki, bu durum yasayla belirlemede belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturacaktır.

Fıkranın değiştirilmesiyle ortaya çıkan bir başka anayasal sorun ise niceliksel artışla birlikte, etkin hukuksal denetimin zedelenmesidir. Kurulların temel varlıkları, itirazları inceleyerek etkin hukuksal denetimi gerçekleştirmek iken, değişiklikle birlikte çalışması güç kurul sistemine geçilerek, Anayasanın 141 inci maddesinde belirtilen, “davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ilkesi de ihlal edilmiştir.

17 nci maddenin (3) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde yapılan değişiklik de, benzer şekilde Anayasanın 141 inci ve 155 inci maddeleri yönünden aykırılık içermektedir. İlgili dairelerdeki tüm üyelerin kadrolarının dolu olduğu kabul edildiğinde, İDDK 101 üyeden oluştuğu halde bu Kurul’un toplantı ve görüşme yeter sayısı 31 olarak gösterilmiştir. 101 üyeden oluşan İDDK en az 31 üye ile toplanabilecektir. Bunun bir başka anlamı, İDDK’nin 31 ile 101 arasında üye ile toplanabileceğidir. Yasallık ilkesinin en önemli unsurlarından olan ölçülülük, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerinin ihlaline neden olan bu düzenleme, aynı zamanda Kurul’un en az sayı ile toplanması sonucu alınan kararın, toplantıya katılan üyelerin artması ile değişmesine neden olabilecektir ki, Anayasanın 141 inci maddesindeki etkin hukuksal denetim ve 155 inci maddesindeki mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarının temel unsuru olan yargılama bütünlüğü ve birliği ilkelerinin ihlali sonucunu doğuracak, bağımsız yargıya güven sarsılacaktır.

Aynı gerekçe ve aykırılık, 41 üyeden oluşacak ve en 13 üye ile toplanacak VDDK için de söz konusudur. Her iki Kurulda da toplantı yeter sayısı ile toplam üye sayısı arasında üç katı aşan bir fark söz konusudur ki, bu fark her iki Kurulun kararlarının katılan üyelerin sayısına göre değişiklik göstermesine neden olabilecek, kararlarda bütünlük ve istikrar bozulabilecektir. Genel kurulların gündemlerinin önceden belirlenmesi karşısında, konunun özelliğine göre kurullara katılan üyelerin değişkenlik göstermesi, hatta keyfiliğe varabilecek katılım değişimleri, kararlardaki istikrarı, yargı bağımsızlığını ve Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk güvenliği ve hukuksal istikrar ilkelerini zedeleyecek niteliktedir.

Açıklanan nedenlerle, 6110 Sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle değişik, 2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının birinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 141 inci ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptalleri gerekmektedir.

d- 6110 Sayılı Kanunun 4 üncü Maddesiyle Değişik, 2575 Sayılı Kanunun 27 nci Maddesinin İkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 4 ncü maddesi ile değiştirilen 2575 Sayılı Danıştay Yasasının 27 nci maddesinde, 2575 sayılı Yasanın, Danıştay Dairelerinin görevlerinin yasa ile belirlenmesi uygulaması terk edilmekte, hangi dairenin hangi işe bakacağı konusunu karara bağlama görevi, Danıştay Başkanlar Kurulu ve Genel Kuruluna verilmektedir. Bu çerçevede, 6110 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendiyle, Danıştay Yasasındaki Dairelerin görevlerini tek tek düzenleyen 26/A, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 34/A, 34/B ve 34/C maddeleri kaldırılmakta, Danıştay 3 üncü Dairenin görevlerini düzenleyen 27 nci madde yerine, Başkanlar Kuruluna ve Genel Kurula görev veren yeni bir çerçeve madde getirilmektedir.

Değişik 27 nci maddenin birinci fıkrasında, dava dairelerinden Üçüncü, Dördüncü, Yedinci ve Dokuzuncu dairelerin vergi dava dairesi, diğer dava dairelerinin ise idari dava dairesi olarak görev yapacağı belirtildikten sonra, ikinci fıkrasında;

“İdari dava daireleri ile vergi dava daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dava daireleri arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlık Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Genel Kurulun onayına sunulur. Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir” denilmiştir.

Böylece, dairelerin görevleri ve iş bölümü, yasayla tanımlanmamış, Başkanlık Kuruluna, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanan karar tasarısının onayı ya da değiştirilerek onayı da Genel Kurula bırakılmıştır.

Yasa kuralında, daireler arasındaki işbölümünün belirlenmesinde kimi esaslar sekiz bent halinde belirtilmiş olmakla birlikte, söz konusu esaslar soyut olup hangi işin hangi dairede görüleceğini yasayla çözmemektedir. Kaldı ki, Dairelerden birinin yıl içinde gelen işleri normal çalışma ile karşılanamayacak oranda artmış ve daireler arasında iş bakımından bir dengesizlik meydana gelmiş ise takvim yılı başında ikinci fıkrada belirlenen usule göre bir kısım işler başka daireye verilebilecektir.

27 nci madde uyarınca alınan kararların Resmî Gazetede yayımlanması ve yayımı izleyen aybaşından itibaren uygulanması da yasallık ilkesi için yeterli değildir.

Anayasanın 142 nci maddesinde, mahkemelerin kuruluşu ve görev ve yetkilerinin, işleyişi ve yargılama usullerinin yasayla düzenleneceği belirtilmiş, 155 inci maddesinin son fıkrasında da yasayla düzenleme yetkisi Danıştay için yinelenmiştir. Danıştay hem ilk derece mahkemesi hem de temyiz mahkemesi olarak görev yapmaktadır. Danıştay Dairelerinin görevlerinin yasa ile belirlenmesi gerekmektedir. Temyiz incelemesi sırasında, daireler arasındaki ilişki “teknik anlamda görev değil işbölümü” ilişkisi olduğundan bahisle, böyle bir düzenlemeye gidilmektedir ki, bu gerekçe yapılan düzenlemeyi haklı göstermemektedir. Son inceleme mercii olan her bir dairenin, Anayasanın 155 inci maddesinin birinci fıkrasında da belirtildiği gibi “kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak” bakmakla görevli olduğu unutulmamalıdır. “Görev” ile “işbölümü”nü ayıran görüş, yüksek yargı organlarındaki daireleri mahkeme olarak nitelendirmeyen bir sonuca götürür ki, bunun Anayasanın 37 nci, 142 nci ve 155 inci maddeleri karşısında ileri sürülmesi mümkün değildir. Ayrıca, dairelerinin görev bölüşümünde “uzmanlık” esasının adil yargılanmanın önemli unsuru olduğu da unutulmamalıdır.

Danıştay Dairelerinin görevlerinin, mutlaka yasa ile belirlenmesi gerekmektedir. Temyiz incelemesi sırasında, daireler arasındaki ilişki “teknik anlamda görev değil işbölümü” ilişkisi olduğundan bahisle, böyle bir düzenlemeye gidilmektedir ki, bu gerekçe yapılan düzenlemeyi haklı göstermemektedir.

Mahkemelerin görevlerinin yasa ile düzenlenmesi gerektiği Anayasanın 37 nci maddesinde düzenlenen kanuni hakim güvencesinin de zorunlu sonucudur.

Hukuk devletinde “Kanuni hakim” ilkesinin sonucu suçun işlenmesinden ve çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasayla belirlenmesi evrensel hukukun bir gereğidir. Başka bir anlatımla “Kanuni hakim” ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına olanak vermez.

Günümüz yargılama hukukunun vazgeçilmez bir prensibi olan “kanuni hakim” ilkesinin uygulanması için Anayasa ve kanunlar pek çok kurum ve kavram kabul etmiş ve düzenlemiştir. Bu ilkenin ve bu ilke uyarınca kurulan kurumun temel amacı da adil yargılanmanın gerçekleşmesidir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesi gereğince de, adil bir yargılama için mahkemelerin görevlerinin, yasa ile ve de açık ve uygulanabilir biçimde düzenlenmesi gerekmektedir.

Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır.

Dairelerin görevleri ve işbölümüyle ilgili kimi esasların soyut olarak yasayla belirlenmiş olması yasallık ilkesi için yeterli değildir.

Açıklanan nedenlerle, 6110 Sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle değişik, 2575 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

e- 6110 Sayılı Kanunun 5 inci Maddesiyle Değişik, 2659 Sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanununun 4 üncü Maddesinde Yer Alan “… hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 5 inci maddesiyle 14.4.1982 tarihli ve 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanununun 4 üncü maddesi değiştirilmiş, Adlî Tıp Kurumu Başkanlığının, adlî tıp uzmanı bir Başkan ve en az ikisi adlî tıp uzmanı olmak üzere beş başkan yardımcısı ile hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden oluşması öngörülmüştür. Böylece, daha önce bir olan başkan yardımcısı sayısı beşe çıkarılmıştır.

Değişik 4 üncü maddeye göre, Adli Tıp Kurumu, bir başkan ve beş başkan yardımcı ile “hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden” oluşacaktır.

Adli Tıp Kurumu (ATK), adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere kurulan, Adalet Bakanlığının bağlı kuruluşudur. Bu yapısıyla Anayasanın 123 üncü maddesi kapsamında, “idare” içinde yer alan bir kuruluştur. Anayasanın 123 üncü maddesine göre kuruluş ve görevleriyle bir bütün olan idarenin “kanunla” düzenlenmesi gerekir. Nitekim ATK 2959 sayılı Yasa ile kurulmuştur.

Ancak, değişik 4 üncü maddede yer alan “hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden” sözcükleri içinde, “hizmetin gerektirdiği” sözcükleri soyut ve belirsiz olup, hizmetin gerektirdiği yönetmelik yetkisi de herhangi bir yasal çerçeve ve esas içermemektedir.

Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde ise yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği öngörülmüştür. Buna göre, Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma ve yasayla konulan kuralları değiştirme yetkisi verilemez. Yasal düzenlemeler ancak yasa koyucu tarafından kaldırılabilir ya da değiştirilebilir.

Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.

Kuralda, yasa ile esasları belirlenmeden, çerçevesi çizilmeden, soyut ve belirsiz kavramlara dayanarak, yönetmelikle “birim ve müdürlük” kurulması öngörülmüştür. Yasa'da açıkça düzenleme yoluna gidilmeden, soyut kavramlara dayanılarak yönetmelikle birim ve müdürlük kurulması, yasama yetkisinin devri niteliğini taşımaktadır. İdareye bırakılan takdir alanı geniş, sınırsız ve ölçüsüzdür.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Kanunun 5 inci maddesiyle değişik, 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinde yer alan “…hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” sözcükleri Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 123 üncü maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.

f- 6110 Sayılı Kanunun 7 nci Maddesiyle Değişik, 2797 Sayılı Yargıtay Kanununun 5 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Yasanın 7 nci maddesiyle, Yargıtay Kanununun 5 inci maddesi değiştirilmiş, Yargıtay daire sayısı artırılarak, ikisi hukuk dördü ceza olmak üzere altı yeni daire kurulması öngörülmüştür. Yargıtay, yirmiüçü hukuk, onbeşi ceza olmak üzere otuzsekiz daireden oluşacak, her dairede bir daire başkanı ile yeteri kadar üye bulunacaktır.

Değişiklik gerekçesinde;

“Adlî yargı ve idarî yargı mahkemelerince verilen kararların temyiz mercii olan bu iki yüksek mahkemenin son yıllarda aşırı iş yükü ile uğraşmak zorunda kaldığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir. (…)Yargıtayın internet sayfasında yer alan 2009 verilerine göre, ceza dairelerine 279.725 dosya gelmiş, geçen yıllardan devreden 242.547 dosya ile birlikte toplam 522.272; hukuk dairelerine 364.595 dosya gelmiş, geçen yıllardan devreden 120.156 dosya ile birlikte 484.751 dosyaya ulaşılmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 296.338 dosya gelmiş ve geçen yıllardan devreden 367.015 dosya ile birlikte toplam 663.353 dosya sayısına ulaşılmıştır. Bu rakamlara göre 2009 yılında dairelere ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gelen dosya sayısı 940.658’dir. Önceki yıllardan devredilen ise 729.718 dosyadır. Bu durumda 2009 yılında Yargıtayın toplam bakması gereken dosya sayısı 1.670.376’dır. Davaların yüksek mahkemeler önünde sürüncemede kalması, şikâyetlere neden olmakta ve İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye taraf olarak adil yargılama taahhüdünde bulunmuş ülkemizin de bu duruma çare bulmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Diğer taraftan, Yargıtay ve Danıştay Başkanları da uzun yıllardan bu yana adlî yıl açılış konuşmalarında iş yoğunluğunu gündeme getirmekte ve bu kadar yoğun iş yükü altında çalışılması sebebiyle hata yapmanın kaçınılmaz bir hal aldığını ifade etmektedirler. Yüksek mahkemelerin yapacağı hataların, toplumda adalete olan güveni zaafa uğratacağı ise şüphesizdir. Bu kadar yoğun iş yükü sebebiyle, yüksek mahkemelerde dosyaların yeterince incelenmeden sonuçlandırıldığı şeklinde bir anlayış da toplumda hâkim olmaya başlamıştır. Bu konuda resmî verilerden yola çıkılarak bir hesaplama yapıldığında da şu durum ortaya çıkmaktadır. 2009 yılına ait resmî verilere göre yıl içinde, Yargıtay ceza daireleri tarafından 218.201 dosya, hukuk daireleri tarafından 334.967 dosya karara bağlanmıştır. Yargıtayın yılda ortalama 200 gün çalıştığı dikkate alındığında, ceza dairelerinin günde 1.091 dosya, hukuk dairelerinin 1.675 dosya sonuçlandırdığı anlaşılmaktadır. Buna göre, Yargıtayda her bir ceza dairesinin günde ortalama 100 dosyaya baktığı, her bir hukuk dairesinin günde 80 dosyaya baktığı görülmektedir. Yargıtayda dairelerin ortalama günde 6 saat yani 360 dakika çalıştığı düşünüldüğünde; ceza dairelerinde dosya başına ortalama 3,6 dakika, hukuk dairelerinde dosya başına ortalama 4,5 dakika düştüğü ortaya çıkmaktadır. Bu konuya ilişkin olarak istatistikî bilgilere bakıldığında Yargıtayın iş yükü ile ilgili ilginç bir tabloyla karşılaşılmaktadır. Örneğin; 1945 yılında 12 daireden oluşan Yargıtayda daire başına yıllık ortalama 8.450 dosya, 1959 yılında 16 dairesi bulunan Yargıtayda her bir daireye ortalama 11.300 dosya, 2008 yılında ise 32 dairenin her birine yıllık ortalama 45.440 dosya düşmektedir. Yargıtayda daireler bu aşırı iş yükünün altından kalkabilmek için, yasal alt yapısı bulunmamasına ve kanuna uygun olmamasına rağmen, çoğu zaman iki hatta üç heyet halinde çalışmaktadır. Bu durum, Yargıtay başkanları ve üyeleri tarafından basına da yansıtılmaktadır. Bu şekilde çalışmanın bir sonucu olarak, daire başkanı ve üyeler bir kısım dosyaların müzakeresine hiç katılmadan kararları imzalamaktadır. Resmî verilere ve yüksek yargı organlarının başkanları tarafından yapılan açıklamalar sonucu ortaya çıkan sayılara göre, bugün itibarıyla yeni iş gelmese bile Yargıtay ve Danıştayda bulunan işlerin en erken dört – beş yıl içinde bitirilebileceği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bunların yanında, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunla, bölge adliye mahkemelerinin kurulmasının ve istinaf kanun yolu incelemesinin yasal alt yapısı tamamlanmıştır. (…) İstinaf kanun yolu incelemesinin yasal alt yapısı 5235 sayılı Kanunla tamamlanmış ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi plânlanmaktaysa da bu mahkemelerin fiilen göreve başlama tarihinden önce temyiz edilmiş olan dosyalar bölge adliye mahkemelerine iade edilmeksizin Yargıtay tarafından karara bağlanacaktır. Ayrıca, bölge adliye mahkemeleri fiilen göreve başlamadan önce incelenmiş ve bozulmuş olup da ilk derece mahkemesine gönderilen dosyalar da istinaf kanun yoluna tâbi olmaksızın doğrudan Yargıtay tarafından sonuçlandırılacaktır. Bu itibarla, bölge adliye mahkemeleri fiilen kurulana kadar Yargıtaya gelecek olan dosya sayısı da dikkate alındığında, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçirilecek olması tek başına Yargıtayın yoğun iş yükü problemini çözmeye yetmeyecektir. Öte yandan, iş yükü probleminin çözülmesi amacıyla söz konusu yüksek mahkemelerde zaman zaman daire ve üye sayısı arttırılmıştır. En son 1994 yılında Yargıtayda bir hukuk, bir ceza olmak üzere iki, 2004 yılında ise Danıştayda bir daire kurulmuştur. Buna rağmen, Türk yargı sisteminde bugün gelinen noktada, ceza davaları bakımından, bazı sanıklar zamanaşımı nedeniyle cezadan kurtulmakta, bazı tutuklu dosyalarda ise bihakkın tahliye tarihi dolduğu hâlde dosyalar incelenemediğinden sanıklar ceza infaz kurumunda kalmaya devam etmektedirler. Nitekim Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2011 yılı 3 Ocak tarihi itibarıyla; cezaevlerinde toplam 55.545 tutuklu bulunmakta olup, bu sayının 21.266’sı hükmen tutuklu kişilerden oluşmaktadır. Buna göre, hükmen tutuklu oranı mevcut tutukluların yaklaşık % 38,30’unu teşkil etmektedir. Hukuk davaları bakımından ise hakkını alamayan alacaklı, işe iadesini bekleyen ve işsiz kalan işçi, boşanma davasının sonuçlanmasını yıllarca bekleyen ve yeni evlilik yapamadığı için gayrıresmî birlikte yaşayıp çocuk sahibi olan insan sayısı artmaktadır. Bunların yanında, ticarî hayatı ilgilendiren davalar zamanında bitirilemediğinden ticarî hayat sekteye uğramaktadır. (…)Yukarıda ayrıntılı şekilde ifade edilen hususlar da göstermektedir ki, Danıştay ve Yargıtayda daire sayısının artırılması artık ertelenemez bir zorunluluk hâline gelmiştir. Kaldı ki, iş yoğunluğu dikkate alınarak yeni daireler kurulması yönünde Yargıtayın kurumsal talebi de bulunmaktadır. Belirtilen zorunluluktan hareketle hazırlanan Tasarıyla, Yargıtayda dördü ceza ikisi hukuk olmak üzere altı yeni daire kurulmaktadır. Bugün itibarıyla, Yargıtayın kadro sayası 250 olup, bu sayıya Birinci Başkan, iki başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcısı, Cumhuriyet Başsavcıvekili gibi idarî görevlerde bulunanlar da dâhildir. (…)Yapılan düzenlemeyle; yeni kurulacak dairelerle birlikte Yargıtaydaki daire sayısı 38’e yükselmekte, kadrosuna da 137 yeni üye eklenerek toplam sayının 387’ye ulaşması öngörülmektedir. Yeni üyelerle birlikte öngörülen kadro durumuna göre, gerektiği takdirde her daire 1 başkan ve 9 üye olmak üzere 10 kişiden oluşabilecektir. Öte yandan, Başkanlar Kurulunun dairelerin iş yükünü dikkate alarak bazı dairelerde daha fazla üye görevlendirmesi mümkündür. Bu durum, özellikle, üyelikte ölüm, istifa yahut başka nedenlerle boşalma halinde işi daha fazla olan dairelerde üye görevlendirilerek, verimli çalışmayı sağlayacaktır. Yeni eklenecek üyelerle birlikte dairelerin iki heyet halinde çalışması mümkün olabilecektir. (…) Hazırlanan Tasarıyla, yüksek yargı organlarının önünde bekleyen dosyaların bir an önce bitirilmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde “makul süre” aşıldığı gerekçesiyle ülkemizin mahkûm olmasının önüne geçilmesi ve toplumda kaybolmakta olan yargıya güvenin yeniden sağlanması suretiyle, adalet duygusunun temini ve toplumsal huzurun sağlanması amaçlanmaktadır. .” [9]

Gerekçede de görüldüğü gibi, Yargıtayda daire sayısının ve buna bağlı olarak da üye sayısının artırılması, iş yüküne ve iş gecikmesine bağlanmıştır. Gerekçe, adli yargı sistemini ve bu sistemdeki sorunları bütüncül olarak yakalamadığı gibi, sadece niceliksel verilere bağlı kalmakta, niteliksel ve içeriğe bağlı gerekçeleri dikkate almamaktadır. Bir temyiz mahkemesi olmakla birlikte, ilk derece mahkemesi de olan Yargıtaya, dosya yığılmasının ve dosya sayısındaki artışın tartışması da yapılmamaktadır. Esasen, adli yargıda hukuk ve ceza davalarındaki artışın nedenleri, toplumsal, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlar ve sıkıntılar çözüme kavuşturulmak, yargının alttan gelen işyükü azaltılmak yerine mahkemeleri, yargıç ve savcıları sayısal olarak artırmanın çözüm olmayacağı bilinmekle birlikte, çözümün nicelikte aranması, gerekçeyi daha baştan çürütmektedir. Gerekçede de belirtildiği gibi yüksek mahkemelerdeki daire ve üye sayısı sürekli artma eğilimindedir. Bunun sınırı da yoktur. Anayasanın birçok maddesinde, genel olarak da 5 inci maddesinde devlete yüklenen görevler yerine getirilmeden, uyuşmazlıkların ve suç teşkil eden eylemlerin artması karşısında temel görev, mahkemeleri, yargıç ve savcıları, cezaevlerini artırmak olmamalıdır. Ne Anayasa maddelerinden ne de Anayasanın bütünlüğünden böyle bir amacın çıkarılması mümkün değildir.

Aynı zamanda birinci derece mahkeme olarak da görev yapan Yargıtay’ı, genelde yargının özelde adli yargının, yargı sisteminin, hatta hukuk sisteminin bütüncül yapısı ve sorunlarından soyutlayarak tek başına ele alıp, üye ve daire sayısında niceliksel artışa bağlı çözüm önerisi getirilmiş, yasa değişikliği dar bir amaçla sınırlandırılmıştır.

Değişikliğin, Anayasanın kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı olarak, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanan tasarı ile TBMM’ye sunulması, yukarıdaki değerlendirmeyle birlikte ele alındığında, “dar amacı” daha da sınırlandırmakta, hatta amacı hak arama özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve yargı sorunlarından kopararak, sadece yürütme organının istekleri doğrultusunda bir değişikliğe hapsetmektedir. Yargıdaki yapılanma, adeta yürütme organının isteklerine bağlanmaktadır.

Hukuk devletinde yasalar, kişisel amaçlarla çıkarılamayacağı gibi, bir partinin siyasal amaçları için de çıkarılamazlar. Söz konusu yasalar, kuvvetler ayrılığı ilkesine göre düzenlenmesi gereken ve yürütmeden bağımsız olması gereken bağımsız yargı ile ilgiliyse, anayasal amaç denetimi daha da önem kazanır. Yasaların Anayasaya uygunluk denetiminde amaç unsuru, “yasanın nihaî unsuru”dur. Yasaların hangi amaçlarla yapılacağı Anayasada belirtilir.[10] Yasa koyucu, belli bir sonuca ulaşmak için değişik yolların seçimini siyasi tercihlere göre yapmakla serbest olmakla birlikte, bunu yaparken anayasal ilkelere uymak zorundadır. Söz konusu olan yargıya ilişkin yasalar ise çoğunluk ilkesi de tek başına yasa değiştirmeye yetmeyecek, çoğulculuk, evrensel hukuk ve yargı bağımsızlığı ilkeleri devreye girecektir.

Saklı amaç, diğer bir deyişle başka amaçlara ulaşmak için yasal düzenleme yapmak, yasayı amaç unsuru bakımından sakatlar, anayasal anlamda yetki saptırmasına neden olur. Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi, “iptali istenen hükümle “kapalı olarak” bir amaç güdülüp güdülmediği araştırılabilir.[11] “Düzenlemenin daha çok, siyasal nedenlere dayandığı durumlarda, kamu yararı olmadığı için, amaç unsuru bakımından Anayasaya uyguluk savunulamaz.”[12]

Yasamanın takdirine bırakılmış konularda, yasa koyucu yetkisini kullanırken, “Anayasa kuralları ile kamu yararı ve kamu düzeninin gereklerine bağlı kalmak zorundadır”.[13] Bu bağlılık, hukuk devletinin önemli ilkelerinden “iyiniyet ilkesine” bağlılığı da kapsar. İyiniyet ilkesi, yasaların konuluş amacıyla birlikte, o yasaların kamuoyunca algılanış biçimini de kapsar. Yasanın iyiniyetle çıkarıldığına inanılmaması, hukuk güvenliğini de sarsar, hukuk devletine güveni alt üst eder.

Yargı, Anayasanın birçok müessesesinden farklı olarak, anayasal güvence altına alınmıştır. Adliye mahkemelerince verilen ve yasanın başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan Yargıtayın da, Anayasanın 154 inci maddesine göre “kuruluşu, işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri” yasayla düzenlenirken, uyulması gereken en temel ilke “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasları”dır. Hukukun genel ilkeleri, yasamanın takdir yetkisinde uyulması gereken temel ilke olduğuna göre, yargı bağımsızlığı da yargıya ilişkin düzenlemelerde en temel ilkedir. Yargının sorunları ve çözüm yolları bu temel ilkeye göre şekillenmek zorundadır.

Yargıtay daire ve üyelerinin sayısının yürütme organı tarafından önerilen bir tasarı ile artırılması, yargıya ilişkin sorunların sadece bu artışa indirgenmesi saklı amacı ortaya çıkarmaktadır ki, yargı bağımsızlığı en ufak kuşkuyu ya da gizliliği kaldırmaz. “Hukukun ana prensiplerine dayanmadan ve sadece belli bir anda hasıl olan geçici çoğunluğun sağladığı kuvvete dayanılarak çıkarılan kanunlar toplum vicdanında olumsuz tepkiler yaratır”.[14] Oysa, anayasal yüksek yargı organlarının yapılanmasıyla ilgili değişiklik, hazırlanış ve görüşülme süreçlerinde “bir partinin yasasına” ve bir partinin kadrolaşma girişimine dönüşmüştür.

“Kuvvetler ayrılığının çağdaş anlamı, yasama ve yürütme arasındaki ayrılıktan çok, yargı organının bu iki siyasal nitelikli organ karşısındaki bağımsızlığını ön plana çıkarmaktadır.”[15]

Toplumumuzda ve Avrupa Birliğinde, yargı alanında devletin yapılanması bakımından üzerinde anlaşılarak ve vurgulanarak yıllardır yapılması beklenenler; yargının tam anlamıyla tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanması, sorunlarının bir reform paketi halinde bütünsellik içinde çözümlenmesidir. Oysa dava konusu kuralda, söz konusu amaca yönelik bir düzenleme yapılmadığı, kadrolaşmaya yönelik nicelik değişikliğiyle yetinildiği görülmektedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, bir hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Çağdaş çok partili parlamenter rejimlerde, iktidar partisi kanalıyla “yasama – yürütme” arasında yaratılan fiili bütünleşmenin “yasama – yürütme”nin denetimini işlemez hale getirmesi nedeniyle ortaya çıkacak denetim boşluğu karşısında, siyasi iktidarın hukuki sınırları içinde kalmasını sağlayacak tek güç, yargı olduğundan, temel yargı sorunları yerine sadece üye sayısının artırılmasına yönelik düzenleme anayasal amaca uygun düşmemektedir.

Yargının, yargı organlarının üyelerinin seçiminde yasama veya yürütmeye tanınan yetkiler nedeniyle tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirip, yandaş yargıya dönüşmesi; yasama – yürütme arasındaki fiili bütünleşmeye yargının da katılması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir bütünleşmenin ise, demokrasinin bir totaliter rejime dönüşmesi tehlikesine yol açacağı kuşkusuzdur. Değişikliğin yasama süreci ve anayasaya uygun olmayan amacı, bu değişikliğe göre seçilen üyelerin bir “dönemin ve partinin” adıyla anılmasına neden olacaktır ki, bu durumun yargı bağımsızlığıyla bağdaştırılması mümkün değildir.

Düzenlemede, yargı mensuplarının, hukukçuların, bilim insanlarının ve siyasi partilerin üzerinde anlaşmış olduğu bütünsel çözüm yer almadığı gibi; toplumumuzda oluşmuş hiçbir ortak beklenti de karşılanmamıştır. Bu durum, söz konusu değişikliğin kamu yararına değil, birtakım öznel amaçlara yönelik olarak gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. Daire sayısındaki ve buna bağlı olarak üye sayısındaki artış, madde gerekçesinde iş yüküne bağlanmasına karşın, söz konusu artış oranı hiçbir somut, bilimsel, iddia edilen sorunları çözme konusunda gerekli ve elverişli bir gerekçeye bağlanmamıştır, ölçülü de değildir. Bu gerekçesizlik, haklı olarak sayısal artışın, mevcut sayının çoğunluğunu ele geçirme şeklinde değerlendirilmesine neden olmuştur ki, yasal düzenlemelerden bu şekilde kuşku duyulması dahi hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı yönlerinden kabul edilemez.

Hukuk devletinin yapıcı unsurları, tüm ilkeleriyle yaşama geçirilmeden, hukuk devletinden de söz edilemez. Bu unsurlar, Devletin hukuka ve demokratik bir anayasaya uygunluğunu sağlayan ilke ve kurallar, bu uygunluğu pekiştirecek yargı denetimi, bu mekanizmanın etkin işleyişi için gerekli olan yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma ilkesinin getirdiği güvencelerdir.[16] Yasalar yapılırken bu ilkelere uyulması gerekir. Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşullarından biri olduğuna göre, bu bağımsızlığı zedeleyecek her türlü işlem evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasaya aykırılık oluşturur.

Öte yandan, değişik 5 inci maddedeki, her dairede “yeteri kadar üye” bulunacağına ilişkin düzenleme de bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün yukarıda (b) bölümünde belirtilen gerekçelerle hukuk devleti ve yasallık ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, 6110 Sayılı Kanunun 7 inci maddesiyle değişik, 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 5 inci maddesi Anayasanın 2 nci ve 154 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

g- 6110 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesiyle Değişik, 2797 Sayılı Yargıtay Kanununun 14 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir” Bölümünün Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 2797 sayılı Yargıtay Yasasının 14 üncü maddesinde, Yargıtay Dairelerinin görevlerinin yasa ile belirlenmesi uygulaması terk edilmekte, hangi dairenin hangi işe bakacağı konusunu karara bağlama görevi, Yargıtay Başkanlar Kurulu ve Büyük Genel Kuruluna verilmektedir.

2797 sayılı Yasanın 6110 sayılı Yasayla değişik 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının, “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir” bölümü, bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün, yukarıda (d) bölümünde belirtilen gerekçelerle ve bu gerekçeler içinde Anayasanın 155 inci maddesi için ileri sürülenlerin Anayasanın 154 üncü maddesi için de geçerli olduğundan hareketle, Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 154 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

h- 6110 Sayılı Kanunun 9 uncu Maddesiyle Değişik, 2797 Sayılı Kanunun 40 ıncı Maddesinin Birinci Fıkrasının, “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder” Şeklindeki İkinci ve Üçüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı

2797 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin değişik birinci fıkrasında, “Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder” denilmiştir.

Fıkranın değişiklikten önceki şekli, “Daireler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır; işi müzakere eder ve çoğunluk ile karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder” şeklinde iken, yapılan değişikliğe göre daireler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanıp, salt çoğunlukla karar verecektir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilecek, Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık edecektir.

Anayasanın 154 üncü maddesinin son fıkrasında, Yargıtayın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir denilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında da daire başkanlarının Yargıtay Genel Kurulunca seçim biçimi gösterilmiştir. Böylece her iki fıkrada sayılan hususlar, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasını gereği olarak anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır.

“Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. Öngörülebilirlik şartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kişilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar.” (AYMK., 17.04.2008 günlü, E.2005/5, K.2008/93).

Dava konusu kuralların yer aldığı birinci fıkranın ikinci tümcesinde, üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği belirtilerek, soyut ve belirsiz bir düzenleme yapılmış, yargılama yapacak heyet tamamıyla soyut ve belirsiz üye sayısına bağlanmıştır. Sayısal yeterlilik yargılamayı yapacak heyetin yasayla oluşturulduğu anlamına gelmez.

Aynı dairede birden fazla heyetin çalışması, yargılama ve içtihat birliği yönlerinden de sorunlar yaratacak, aynı dairede aynı konuda farklı kararların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Kuralda bu konuda önlem de alınmamıştır. Yargının kendi içinde alacağı önlemlerden söz edilebilirse de, yasal güvenceyle belirlenmeyen ve öngörülemeyen bu önlemlerin yargılamayı geciktireceği, bunun da dava konusu düzenlemenin gerekçesiyle ters düşeceği kuşkusuzdur. Aynı dairenin birbirinden kopuk iki heyetle çalışması, farklı içtihatların oluşmasıyla birlikte, çalışma düzeninin de bozulmasına neden olacaktır.

Öte yandan, fıkranın üçüncü tümcesinde, Anayasanın 154 üncü maddesinde yer almayan “heyet başkanı”na yer verilmiştir. Anayasanın 154 üncü maddesine göre daire başkanının seçimle gelmesi gerekir. Seçilmemiş fiili başkan yaratılması ve bu başkana seçimle gelen başkan yetkilerinin verilmesi Anayasaya aykırılık oluşturur.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Yasanın 9 uncu maddesiyle değişik 2797 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasının, “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder” şeklindeki ikinci ve üçüncü tümceleri Anayasanın 2 nci ve 154 üncü maddelerine aykırı olup iptalleri gerekmektedir.

i- 6110 Sayılı Kanunun 10 uncu Maddesiyle 2797 Sayılı Kanuna 53 üncü Maddeden Sonra Gelmek Üzere Eklenen 53/A Maddesinin İkinci Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “… ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak …” Bölümünün Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle 2797 sayılı Kanuna 53 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 53/A maddesinde, Yargıtay Birinci Başkanlığına bağlı olarak görev yapan ve bir müdür yönetiminde yeteri kadar şef, mühendis, programcı, çözümleyici, bilgisayar işletmeni, veri hazırlama ve kontrol işletmeni ile teknisyenden oluşan Bilgi İşlem Merkezi kurulması öngörülmüştür. Maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde, “Yargıtay Başkanlığında bilgi işlem sistemini ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak kurmak”, Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.

Anayasanın 154 üncü maddesinin son fıkrasında, Yargıtayın kuruluş ve işleyişinin “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre” kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.

Yargı fonksiyonunun doğrudan doğruya adaletin gerçekleştirilmesi amacına yönelik niteliği ve hukuki uyuşmazlıkları kesin olarak çözme özelliği, bu fonksiyonu yerine getiren devlet organlarının da daha güvenceli hale getirilmesini zorunlu kılmış böylece yargı organının, yasama ve yürütme organları karşısında bağımsızlığı ilkesi kabul edilirken yargı fonksiyonunu yerine getiren hakimlerin de diğer kamu görevlilerinden daha güvenceli bir statüye kavuşturulmaları benimsenmiştir. Yargı bağımsızlığı ve hakimlik güvencesi, yargılama görevinin her türlü baskıdan uzak olarak yerine getirilmesi amacını güder.

İlk derece adliye mahkemelerinin bilişim sistemi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’ne (UYAP) bağlı olarak çalışmaktadır. UYAP, Adalet Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatı, bağlı ve ilgili kuruluşlar ve Yüksek Yargı Organları arasında etkin bilgi, belge ve iş akışını sağlamak, Cumhuriyet başsavcılıkları, mahkemeler ve icra dairelerinde tutulan kayıt ve belgelerin ortak veritabanında saklanarak, yapılan işlemlerin bilgisayar aracılığı ile yürütülerek, yargılama faaliyetlerinin ve temyiz edilen davalara ilişkin bilgileri üst dereceli mahkemelere göndermek, bu birimler tarafından derlenmiş ya da derlenecek hukuki mevzuatı, içtihatları, bilimsel yayınları, ülkemizin taraf olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan düzenlemeleri, Avrupa insan Hakları Mahkemesi kararlarını, yabancı mahkeme kararlarını ve gerekli görülecek diğer hususları değerlendirerek elektronik ortama aktarmak sureti ile kullanıcıların hizmetine sunmak, gibi işlemlerin karar destek sistemine sahip ve iletişim yeteneği bulunan yazılımlar ile gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla kurulmuş “adli bilgi sistemi”dir.

UYAP yönetimi ve bilişim ağı alt yapısı Adalet Bakanlığı, diğer anlatımla yürütme organı tarafından yürütülmektedir. 2992 sayılı “Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun”a 15.05.2001 tarih ve 4674 sayılı Yasanın 7 nci maddesi ile 22/A maddesi eklenmek suretiyle Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı kurulmuştur.

UYAP Bilgi Sisteminde tutulan bilgi ve belgelerin yargı bağımsızlığına, kişisel verilerin korunması kurallarına uygun olarak, güvenli bir ortamda, değiştirilemeyecek bir şekilde saklanması ve sistemin her türlü saldırılara karşı korunması da Adalet Bakanlığı Bilgi Dairesi Başkanlığı bünyesinde oluşturulan özel bilgi güvenliği birimi tarafından yapılmaktadır.[17] Sistem, her ne kadar yargı bağımsızlığıyla ilgili güvencelere sahip olsa da bu güvenceler dahi yürütme organı tarafından yerine getirilmektedir. Diğer bir anlatımla, UYAP’ın beyni, yürütme organının yönetimindedir.

UYAP’ın bu yapısıyla, yürütme erkinin, ne kadar güvenceli sistem kurulursa kurulsun, yargısal faaliyeti kolaylaştırmaktan öte, yargı yetkisinin kullanılmasına müdahale etmesi olanaklıdır. Bu müdahalenin yapılabilirliği kuşkusu bile anayasal güvence altındaki yargı bağımsızlığının ihlali için yeterlidir. Alt sistemlerin kurulması, teknolojik önlemlerin alınması, uygulamada yargı bağımsızlığına müdahale edilmemesi gibi gerekçeler, Anayasanın güvencesi altında olan yargı bağımsızlığı ilkesinin ihlalini engelleyemez. UYAP sisteminin yürütme organı tarafından yönetiliyor olması, sistemdeki tüm verilerin, bilgilerin ve belgelerin, böylece bağımsız yargının, karar dahil tüm işlemlerinin Adalet Bakanlığı’nın erişimine ve ulaşımına açık olması tek başına Anayasanın yargı bağımsızlığının ihlali için yeterlidir.

Anayasa uygunluk bakımından yapılması gereken, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerini, yürütme organının yönetimindeki UYAP sisteminden kurtarmak ve yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uygun bilişim sistemi kurmak iken, Yargıtayı UYAP bilişim sistemiyle koordineli hale getirmek Anayasanın yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uygun düşmez.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle 2797 sayılı Kanuna 53 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 53/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “… ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak …” bölümü Anayasanın 154 üncü maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir.

j- 6110 Sayılı Kanunun 11 inci Maddesinde Yer Alan “… (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne …” Sözcükleri ile “… (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne …” Sözcüklerinin ve Bu Sözcüklere Bağlı Olarak 6110 Sayılı Kanuna Ekli (2) ve (4) Sayılı Listelerin Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 11 inci maddesiyle, bu Kanuna ekli (2) ve (4) sayılı listelerde, daire başkanı, üye, savcı ve tetkik hakiminden oluşan “meslek mensupları” kadroları ihdas edilerek Danıştay Başkanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bölümlerine eklemeler yapılmıştır.

Buna göre, Danıştaya, daire başkanı, üye, savcı ve tetkik hakimi olarak 141, Yargıtaya daire başkanı ve üye olarak 137 kadro ihdas edilmiştir.

6110 sayılı Kanunun 11 inci maddesinde yer alan “…(2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne …” sözcükleri ile “…(4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne …” sözcükleri ve bu sözcüklere bağlı olarak 6110 sayılı Kanuna ekli (2) ve (4) sayılı listeler, bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün, yukarıda (a) ve (f) bölümlerinde belirtilen gerekçelerle, Anayasanın 2 nci, 154 üncü ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

k- 6110 Sayılı Kanunun 12 nci Maddesiyle 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü Maddeden Sonra Gelmek Üzere Eklenen 93/A Maddesinin Birinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

6110 sayılı Kanunun 12 nci maddesiyle 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere “tazminat davaları” başlığı altında 93/A maddesi eklenmiştir.

Maddenin birinci fıkrasına göre, “hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle”, ancak “Devlet aleyhine” tazminat davası açılabilecektir. Böylece, soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle, ilgili hâkim ve savcılar aleyhine tazminat davası açılması yolu kapatılmış, Tazminat davasının ancak Devlet aleyhine açılabilmesi öngörülmüştür.

Birinci fıkranın (b) bendinde de “kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası” açılamayacağı belirtilmiştir.

93/A maddesinin devam eden fıkralarında ise dava açma süreleri, rücu, sınırlamaların uygulanmaması, tazminat ve rücu davalarında uygulanacak usul hükümleri ile bu maddenin uygulanacağı yüksek mahkeme meslek mensupları ve müfettişlere yer verilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasıyla getirilen düzenleme haksız fiilde bulunduğu iddia edileni muhatap almamakta, husumetin tarafını değiştirmektedir. Düzenleme, tazminat müessesesinin amacına da uygun değildir. Tazminatın amacı, zarara uğrayan kişinin maddi ve/veya manevi yönden tatmin edilmesidir. Ancak bunu, belli bir miktar paranın alınması gibi bir sonuca bağlamamak gerekir. Zarara uğrayan, ancak zarar verene karşı dava açıp kazandığı takdirde, diğer bir anlatımla tazminatı devletten ya da başkasından almak yerine doğrudan zarar verenden aldığı takdirde maddi ve manevi yönden tatmin edilmiş olur.

Anayasanın 2 nci maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.

Anayasanın 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” kuralı yer almaktadır. Anayasada bu özgürlüğün herhangi bir nedenle sınırlanacağına dair hüküm de bulunmamaktadır.

Hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Anayasanın 36 ncı maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır. Davacı, muhatabı olan davalıya karşı dava açamaz ise ya da bu hak sınırlandırılır ise hukuk devleti ilkesiyle birlikte, hak arama hürriyeti de ihlal edilmiş olur.

Dava kişisel olduğu halde, davalı olacak tarafın yasayla değiştirilerek, Anayasa ve yasalarla verilen yetkilerle gücü elinde tutan devletin taraf olarak gösterilmesi de hukuk devleti ilkesine ve hak arama özgürlüğüne aykırı olacağı gibi, adil yargılanma hakkını ihlal edecek niteliktedir. Rücu hakkının bulunması, bu aykırılık ve ihlali ortadan kaldırmaz. Hak arama özgürlüğü, önce sınırlandırılıp sonra verilebilecek özgürlükler arasında da değildir. Zarara uğrayan kişilerin kendilerine zarar verenler aleyhine tazminat davası açamaması, Anayasanın 36 ncı maddesi karşısında kabul edilemez.

Dava açma hakkının koşullarından biri, davanın taraflarıdır. Taraflar arasında, hakkın doğum ve varlığı bakımından bir uyuşmazlık var iken, davalı tarafın yasayla değiştirilmesi Anayasa ihlalidir. Kişisel husumete rağmen, davanın sorumlu yerine Devlete açılması sonucu, yargıcın, davacının ve savunmanın asıl sorumluyu dinleme hakkı, dolayısıyla adil yargılanma hakkı da ortadan kaldırılmaktadır.

Dava, “mahkemeden verilecek bir hükümle, bir iddia üzerinde hukuki korumanın sağlanması dileği”; diğer bir anlatımla, “bir hakkın inkar edilmesi ve ihlal olunması halinde mahkemeye başvurularak hakkın korunmasını istemek”tir. “Davadan söz edilebilmesi için, taraflar arasında hakkın doğum ve varlığı bakımından bir uyuşmazlığın bulunması icap eder”. Davanın temelinde bir çekişme (ihtilaf, niza) vardır. Çekişme, bir ilişkinin tarafları arasında, o ilişkiden doğan hak ve yükümlülüklerin neler olduğu konusundaki anlayış ve çıkar ayrımından doğar. Taraflar, ilişkiyi oluşturan maddi olguları birbirinden farklı biçimde niteleyebilirler.[18]

Mahkemeye erişim hakkı, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin tüm iddialarını mahkeme önüne getirmesi hakkının güvence altına alınmasıdır. Mahkemeye etkili erişim sağlanmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan, kişinin mahkemece dinlenmesinden ve adil olarak yargılanmasından söz edilemez. Mahkemeye başvurma hakkı, sadece “hukuken öngörülen” sınırlamaların değil, “fiilen öngörülen” sınırlamaların da kaldırılmasını gerekli kılar.

Öte yandan, maddenin rücu ile ilgili maddesinde de Devletin, ödediği tazminattan dolayı, tazminat davasına konu işlem, faaliyet veya kararla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkim veya savcıya rücu etmesi öngörülmüş olmakla, rücu da sınırlanmaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda da değildir. Kaldı ki, yargı bağımsız ise yargı mensuplarına karşı kişisel dava açma yolunun da kapatılmaması gerekir.

93/A maddesinin birinci fıkrasının (b) bendindeki, kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaması hükmü de 36 ncı maddenin açıkça ihlalidir.

Dava konusu fıkra ile hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı yönlerinden ayrıcalıklı bir sınıf yaratılmaktadır ki, bu durum, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin ayrımcılık yasağı getiren 14 üncü maddesi ile Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Kanunun 12 nci maddesiyle 2802 sayılı Kanuna 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinin;

“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:

a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.

b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.”

Şeklindeki birinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 36 ncı maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

l- 6110 Sayılı Kanunun 14 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendiyle Değiştirilen, 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı


6110sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle
değiştirilen, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü
maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi, bu dava dilekçesinin III- İptal
İsteminin Gerekçesi bölümünün, yukarıda (k) bölümünde belirtilen gerekçelerle
Anayasanın 2 nci ve 36 ncı maddelerine aykırı olup
iptali gerekmektedir.

m- 6110 Sayılı Kanunun Geçici 1 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

Geçici 1 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında, 6110 sayılı Yasa ile Danıştay ve Yargıtay yasalarında yapılan değişikliklere bağlı olarak, Danıştay Başkanlık Kurulu ile Yargıtay Başkanlar Kurulunun, bu Kanunla ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından ve dairelerde çalışacak üyelerin belirlenmesinden itibaren bir ay içinde toplanarak daireler arasındaki işbölümüne ilişkin karar tasarısını hazırlayacağı, Danıştayda Genel Kurulun ve Yargıtayda Büyük Genel Kurulun onayına sunacağı, Danıştayda Genel Kurulun, Yargıtayda Büyük Genel Kurulun işbölümünün onaylanmasına ilişkin kararları Resmî Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki işbölümüne ilişkin hükümlerin uygulanmaya devam olunacağı belirtilmiştir.

6110 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası, bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün, yukarıda (d) ve (g) bölümlerinde belirtilen gerekçelerle, Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci, 154 üncü ve 155 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

n- 6110 Sayılı Kanunun Geçici 1 inci Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı

(3) numaralı fıkrada, 6110 sayılı Kanunla Yargıtayda ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından itibaren onbeş gün içinde Birinci Başkanlık Kurulunun yeniden belirleneceği, üyelerin hangi dairelerde görev yapacağını, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak, oluşturulan yeni Başkanlık Kurulunun belirleyeceği belirtilmiştir.

Anayasanın 154 üncü maddesinin son fıkrasında Yargıtayın kuruluşu ve işleyişinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu iki yıl için seçilmiştir. Kurulun görev süresi tamamlanmadan, Kurula kanunla son verilmesi ve yeniden seçim yapılması hukuk devletinin ve yasallığın en önemli öğelerinden olan hukuk güvenliğini sarsıcı niteliktedir. Hukuk devletinde, hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi için hukuki işlemlerin sonuçlarının öngörülebilir olması gerekir.

Mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi esaslarına göre ve de Yargıtayın işleyişi çerçevesinde, iki yıllık süre için seçilen anılan Kurulun görevinin, Yasa ile sona erdirilerek, yeniden seçim yapılmasının öngörülmesi, Anayasanın 2 nci ve 154 üncü maddelerine aykırılık oluşturacaktır.

2797 sayılı Yasa’nın 18 inci maddesinde Birinci Başkanlık Kurulu’nun görevleri arasında; yeni gelen üyelerin yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını gözönünde tutarak belli etmek ve zorunlu hallerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek konuları sayılmıştır. Burada “yeni gelen” vurgusu oldukça önemlidir. Yeni geldiğinde dairesi belirlenen ve bu dairede çalışmaya başlayan bir üyenin kendi isteği olmadıkça, dairesi değiştirilememektedir. Bu önemli bir güvencedir ve Anayasanın 154/son maddesinin zorunlu sonucudur. Söz konusu maddenin ikinci fıkrası ise, uygulamada “istek koşulu” çerçevesinde, yargıç güvencesi gözetilerek uygulanmaktadır. Bu madde varlığını ve yürürlüğünü sürdürürken, yeni seçilen üyelerin de yine anılan 18 inci maddesinin ilk fıkrası çerçevesinde dairesi belirlendikten sonra, halen görevli olan Birinci Başkanlık Kurulu ortadan kaldırılarak, yeni baştan belirlenen Birinci Başkanlık Kuruluna, Yargıtayın yeni gelen üyeleri de dahil olmak üzere, mevcut üyelerini de içine alacak biçimde, istek koşulu aranmadan dairelerinin değiştirilebilmesi yetkisi tanınması, Yargıtaydaki işleri hızlandırma amaçlı değil, siyasi iktidarın arzusuna uygun Yargıtay Daireleri oluşturmak içindir. Aksine böyle bir tabloda, tüm üyelerin daha önce de bakmadığı işlere de bakabilecek yeni dairelerde görevlendirilmeleri, işleri ciddi biçimde aksatacaktır. Bu yolla, tüm dairelerin üye yapıları yeni baştan düzenlenmiş olmaktadır.

Birinci Başkanlık Kurulu’na tanınan bu denli kuşatıcı ve bütünsel bir yetki, yüksek mahkemenin bağımsızlığı ile bağdaşmayacak biçimde, Birinci Başkanlık Kurulu vesayetinde bir Yargıtay ortaya çıkaracaktır. Yapılan değişiklikler, Yargıtay’ın kurumsal kimliğini geliştiren, bağımsızlık ve güvencesini artıran değil, aksine müdahale niteliğinde değişikliklerdir.

Yukarıda ve bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün, (g) bölümünde belirtilen gerekçelerle, 6110 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 154 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

o- Geçici 2 nci Maddesinin, (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “… Devlet aleyhine …” Sözcükleri ile (2) ve (3) Numaralı Fıkralarının Anayasaya Aykırılığı

Geçici 2 nci maddeyle, 6110 sayılı Kanunun 12 nci ve 14 üncü maddeleriyle 2802 ve 1086 sayılı yasalarda yapılan değişikliklere koşut olarak düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre:

(1) numaralı fıkrada, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesindeki sebeplere dayanılarak açılacak tazminat ve rücu davalarında;

Hâkimlerin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılan tazminat davası, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılacak ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılacaktır. Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülecek ve bu davalar ilgili hâkime resen ihbar edilecektir. Fıkrada, 6100 sayılı Yasa yürürlüğe girene kadar, ilgili yargıçlar aleyhine açılması gerekirken Devlet aleyhine açılması öngörülen tazminat ve rücu davalarının usulleri düzenlenmiştir.

(2) numaralı fıkrada, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 6110 sayılı Kanunla eklenen 93/A maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu Kanunla değiştirilen 573 üncü maddesi hükümlerinin, 6110 sayılı Kanun yürürlüğe girdiği tarihte; görülmekte olan davalar, kesinleşmemiş hükümler, miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler bakımından da uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece, ilgili yargıçlar aleyhine açılan davalara müdahale edilmiş, açılmış ve görülmekte olan davaların tarafları değiştirilerek bu davaların Devlet aleyhine devam olunacağı kuralı getirilmiştir.

(3) numaralı fıkrada 6110 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen ve miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulamayan hükümler için de, 6110 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki hafta içinde temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulabilme yolu açılmıştır. Bu fıkra uyarınca yapılan kanun yolu başvuruları üzerine verilen kararlar, tahsil edilmiş tazminat bedelinin geri istenmesi hakkını doğurmayacaktır.

Yasa koyucu, yukarıda III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün (k) ve (l) bölümlerinde belirtildiği gibi bir yandan, kişilere karşı açılması gereken tazminat davasının Devlet aleyhine açılmasını öngörürken ve bu davaya ilişkin usulleri belirlerken, diğer yandan sonradan çıkardığı kanunla görülmekte olan bir davanın taraflarını değiştirmiştir. Davacı dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan kanun hükümlerine uygun olarak kendisine karşı sorumlu olan kişiye karşı davasını açtığı halde bu davaya müdahale edilmiş, yürürlükte bulunan kanun hükümlerine güvenerek dava açan kişilerin bu güvenleri korunmamış, daha sonra yürürlüğe giren bir kanunla bu güvene aykırı düzenlemeler getirilmiştir. Öte yandan, Kanundaki bu düzenleme ile kanun koyucu kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahale etmektedir. Kesinleşmiş kararla taraflardan biri lehine kazanılmış hak oluşmuştur.

Hukuk devletinde kişilerin, yasaların onları nasıl etkileyeceğini önceden bilmeleri gerektiği, hukuki öngörülebilirliğin, kişilerin meşru beklentilerinin korunması olduğu açıktır. Hukuki güvenliği ortadan kaldıran bu düzenleme, aynı zamanda yasayla elde edilmiş bir dava hakkını “geriye yürüme yoluyla” kişilerin elinden aldığından, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.

Anayasaya uygun bir kanun yürürlükte iken bu kanun hükmüne göre kazanılmış haklar sonradan çıkan kanunla ihlal edilemez, ortadan kaldırılamaz. Bilindiği üzere evrensel hukuk genel ilkelerine, Anayasamıza ve Anayasa Mahkemesi kararlarına, mevcut kanunlara göre, her kanun yürürlüğe girdikten sonraki olaylara uygulanmaktadır. Kural olarak kanun koyucunun yasama tasarrufları geriye dönük uygulanmaz. Anayasa Mahkemesinin 07.02.2008 tarih ve E.2005/128, K.2008/54 sayılı kararında da açıkça belirtildiği üzere ilke olarak “kanunlar yürürlük tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır ve daha önceki olay, işlem ve eylemler kanunun etki alanı dışında kalır. Sonrada yürürlüğe giren kanunların daha önceki ve kesinleşmiş hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.” Aynı kararda “daha önce tesis edilmiş olan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması hukuk güvenliği ilkesine aykırıdır” denilmekle bu durumun açıkça hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu hüküm altına alınmıştır.

Kanundaki bu düzenlemeyle, birebir davaların içeriğine girilmemiş gibi gözükse bile, devam etmekte olan davalarla ve özellikle de bu davaların taraflarıyla ilgili olarak TBMM’nde görüşme yapılmıştır. Bu durum açıkça Anayasanın 138 inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “görülmekte olan dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz” hükmünün ihlali niteliğindedir. 138 inci maddenin son fıkrasına göre, yasama ve yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar (yasama ve yürütme) ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Görülmekte olan davaların taraflarının yasayla değiştirilmesi, usul değişikliği olarak da kabul edilemez. Görülmekte olan davalara ve kesinleşmiş kararlara yasama organının müdahale ederek değiştirmesi, kesinleşen kararlara karşı temyiz ve karar düzeltme imkanı tanıyarak geciktirmesi Anayasanın 138 inci maddesine de aykırılık oluşturur.

6110 sayılı Kanunun;

a) 12 nci maddesiyle 2802 sayılı Kanuna eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasının Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 36 ncı maddelerine aykırılığı,

b) 14 üncü maddesini (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değişik 1086 sayılı Kanunun 573 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci tümcesinin Anayasanın 2 nci ve 36 ncı maddelerine aykırılığı,

Bu dava dilekçesinin III- İptal İsteminin Gerekçesi bölümünün, (k) ve (l) bölümlerinde belirtilen gerekçelerle, ileri sürülerek, söz konusu hükümlerin iptali istenildiğinden;

(k) ve (l) bölümlerinde ileri sürülen gerekçelerle birlikte yukarıda ileri sürülen gerekçelerle, 6110 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesinin, (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “… Devlet aleyhine …” sözcükleri ile (2) ve (3) numaralı fıkraları, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.

p- 6110 Sayılı Kanunun 16 ncı Maddesinin Anayasaya Aykırılığı

Yürütme” başlıklı 16 ncı maddede, “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür” denilerek, Anayasanın 154 üncü ve 155 inci maddelerine göre “yüksek mahkeme” olarak kurulan ve anayasal güvence altında olan Yargıtay ve Danıştayın yasalarının yürütmesi, yürütme organı içindeki bir Kurul olan Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Anayasa gereğince, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurularak görev yapan Yargıtay ve Danıştay, “yürütme organı” içinde organlar değildir. Bu yüksek yargı organlarının yasaları da “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre düzenlenmesi ve yürütülmesi gerekir.

Anayasada, ne Adalet Bakanı ve Bakanlığına ne da Bakanlar Kuruluna Yargıtay ve Danıştay ile ilgili görev verilmemiştir.

Anayasanın Başlangıç’ında ve maddelerinde, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi benimsenmiş, 6 ncı maddesinde, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanacağı, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiştir. Anayasanın 8 inci maddesinde tanımlanan yürütme yetkisi ve görevi, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacaktır. Yargı yetkisi ise 9 uncu maddeye göre, Türk Milleti adına “bağımsız mahkemelerce” kullanılacaktır. Bağımsız mahkemeler, Anayasanın yargı bölümünde “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esası şeklinde açılmış ve böylece Anayasanın Başlangıç’ından 2 nci maddesine, 6 ncı ve 9 uncu maddelerinden 138 – 159 uncu maddelerine uzanan kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı temel ilkesi ortaya çıkmıştır.

Anayasanın 9 uncu maddesinde, yargı yetkisinin “Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce” kullanılacağı belirtilmiş, Yargıtay ve Danıştay da “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” ilkesi kapsamına ve buna bağlı olarak anayasal güvenceye alınmıştır. Anayasada Yargıtay ve Danıştaya bu özgün nitelik verilirken, yürütme organının ve Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri de gösterilmiştir. Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri Anayasa ve buna uygun yasalarla sınırlıdır. Anayasada Bakanlar Kuruluna, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarını yürütmek, daha yerinde anlatımla, Yargıtay ve Danıştayın kuruluş, görev ve yetkileriyle, işleyişiyle ilgili görev ve yetki üstlenmek yetkisi verilmemiştir. Yasaların yürütülmesi; görev, yetki, uygulama, yönetim ve sorumlulukla bir bütündür. Nasıl, TBMM Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununu Bakanlar Kurulu yürütemezse Yargıtay ve Danıştay Kanunlarını da Bakanlar Kurulu yürütemez. Görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız olan, hiçbir organ, makam, merci veya kişi tarafından emir ve talimat verilemeyen Yargıtay ve Danıştayın yasalarının Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesi hukuk devletiyle bağdaşmaz.

Yürütme içindeki Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini Türk Ulusu adına kullanmamakta, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanıp yerine getirmektedir. Bakanlar Kurulunun görev, yetki ve sorumluluk çerçevesi de Anayasa ve kanunlarla çizilmiştir. Bu çerçeve içinde, bağımsız yargı organına ilişkin olan alan ve yetki de yine Anayasada gösterilmiştir. Yüksek yargı organları, yürütme organı içinde “idare” değildir. Ulus adına yetki kullanamayan bir organın, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurularak görev ve yetki üstlenen Yargıtay ve Danıştayın yasalarını yürütmesi bağımsızlık ilkesini zedeler.

Açıklanan nedenlerle, 6110 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi, Yargıtay, Danıştay ve yargı yetkisi yönlerinden Anayasanın Başlangıç’ı ile 2 nci, 6 ncı, 9 uncu, 154 üncü 155 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.

IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin, uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır.

Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.

6110 Kanunun ve bu Kanunla bazı kanunlarda yapılan değişikliklerin, Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taşıyan yukarıdaki kurallarının uygulamaya geçmesi durumunda, evrensel hukuk ilkeleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkeleri nedenleriyle telafisi imkansız zararlar doğacaktır.

Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen bölümlerin, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.

IV. SONUÇ VE İSTEM

09.02.2011 tarihli ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;

I) iptal davasıyla ilgili ilk ve esas incelemelerinde, 2949 sayılı Kanun’un 46 ncı ve 47 nci maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın reddine;

II) a- 1 inci maddesiyle değişik, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 155 inci maddelerine,

b- 1 inci maddesiyle değişik, 2575 Sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde yer alan “… yeteri kadar üye …” sözcükleri ile üçüncü ve dördüncü tümcelerinin, Anayasanın 2 nci ve 155 inci maddelerine,

c- 2 nci maddesiyle değişik, 2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının birinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci, 141 inci ve 155 inci maddelerine,

d- 4 üncü maddesiyle değişik, 2575 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin ikinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 155 inci maddelerine,

e- 5 inci maddesiyle değişik, 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanununun 4 üncü maddesinde yer alan “… hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” sözcüklerinin, Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 123 üncü maddelerine,

f- 7 nci maddesiyle değişik, 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 5 inci maddesinin, Anayasanın 2 nci ve 154 üncü maddelerine,

g- 8 inci maddesiyle değişik, 2797 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasının, “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir” bölümünün, Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 154 üncü maddelerine,

h- 9 uncu maddesiyle değişik, 2797 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin birinci fıkrasının, “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder” şeklindeki ikinci ve üçüncü tümcelerinin, Anayasanın 2 nci ve 154 üncü maddelerine,

i- 10 uncu maddesiyle 2797 sayılı Kanuna 53 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 53/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “… ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak …” bölümünün, Anayasanın 154 üncü maddesine,

j- 11 inci maddesinde yer alan “… (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne …” sözcükleri ile “… (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne …” sözcüklerinin ve bu sözcüklere bağlı olarak 6110 sayılı Kanuna ekli (2) ve (4) sayılı listelerin, Anayasanın 2 nci, 154 üncü ve 155 inci maddelerine,

k- 12 nci maddesiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 36 ncı maddelerine,

l- 14 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasanın 2 nci ve 36 ncı maddelerine,

m- Geçici 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci, 154 üncü ve 155 inci maddelerine,

n- Geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrasının Anayasanın 2 nci, 37 nci, 142 nci ve 154 üncü maddelerine,

o- Geçici 2 nci maddesinin, (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “… Devlet aleyhine …” sözcükleri ile (2) ve (3) numaralı fıkralarının, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 36 ncı ve 138 inci maddelerine,

p- 16 ncı maddesinin, Yargıtay, Danıştay ve yargı yetkisi yönlerinden Anayasanın Başlangıç’ı ile 2 nci, 6 ncı, 9 uncu, 154 üncü ve 155 inci maddelerine,

aykırı olduklarından iptallerine, Anayasaya açıkça aykırı olmaları ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”

II- YASA METİNLERİ

A- İptali İstenilen Yasa Kuralları

9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un:

1- 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un dava konusu kuralları da içeren 13. maddesi şöyledir:

Daireler

Madde 13- 1. (Değişik: 9/2/2011-6110/1 md.) Danıştay; ondördü dava, biri idari daire olmak üzere onbeş daireden oluşur.

2. (Değişik: 9/2/2011-6110/1 md.) Her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Heyetler bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır, salt çoğunluk ile karar verir. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Müzakereler gizli yapılır.

3. Dairelerde yeteri kadar tetkik hakimi bulunur.

4. Her dairede, ayrıca bir yazı işleri müdürünün yönetimi altında bir kalem bulunur. Kalem, yazı ve tebliğ işlerini yürütür.”

2- 2. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un dava konusu kuralları da içeren 17. maddesi şöyledir:

İdari ve vergi dava daireleri kurulları

Madde 17- (Değişik: 2/6/2004-5183/3 md.) 1. (Değişik: 9/2/2011-6110/2 md.) İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden; Vergi Dava Daireleri Kurulu, vergi dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden oluşur.

2. Dava daireleri kurullarına Danıştay Başkanı veya vekillerinden biri; bunların yokluğunda daire başkanlarından en kıdemlisi başkanlık eder.

3. (Değişik: 9/2/2011-6110/2 md.) Toplantı ve görüşme yeter sayısı İdari Dava Daireleri Kurulu için otuzbir, Vergi Dava Daireleri Kurulu için ise onüçtür. İdari dava daireleri ile vergi dava dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdikleri kararların temyiz veya itiraz yoluyla incelenmesinde ve iki dava dairesinin birlikte yapacağı toplantıda verilen kararların incelenmesinde, bu dairelerde karara katılmış olanlar idari ve vergi dava daireleri kurullarında bulunamazlar.

4. Bu toplantılarda hazır bulunanlar çift sayıda olursa en kıdemsiz üye kurula katılamaz.

5. Bu kurullarda kararlar oyçokluğu ile verilir.

6. Her kurula yeteri kadar tetkik hakimi verilir. Ayrıca bir yazı işleri müdürlüğü bulunur.”

3- 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un dava konusu kuralı da içeren 27. maddesi şöyledir:

Dava dairelerinin görevleri

Madde 27- (Değişik : 9/2/2011-6110/4 md.) Dava dairelerinden Üçüncü, Dördüncü, Yedinci ve Dokuzuncu daireler vergi dava dairesi; diğer dava daireleri ise idari dava dairesi olarak görev yapar.

İdari dava daireleri ile vergi dava daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dava daireleri arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Genel Kurulun onayına sunulur. Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.

1. İptal davaları ve idari sözleşmelerden doğan davalar yönünden, daireler arasındaki işbölümünün belirlenmesinde uyuşmazlığın kaynaklandığı mevzuat esas alınır.

2. Tam yargı davaları yönünden işbölümü;

a) Zarara neden olan idari işlemden doğan uyuşmazlığı çözmekle görevli daireye göre,

b) Zarar idari eylemden kaynaklanmışsa hizmetin niteliğine göre,

belirlenir.

3. Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlere ilişkin davalarda vergi dava daireleri arasındaki işbölümünün belirlenmesinde uyuşmazlığın kaynaklandığı mevzuat esas alınır.

4. Temyiz incelemesi yapmakla görevli daire, aynı konuda ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülecek davalara bakmak ve olağanüstü kanun yolları incelemelerini de yapmakla görevlidir.

5. İdare mahkemeleri arasında görev ve yetkiye ilişkin uyuşmazlıklarda ve bağlantılı davalarda merci tayini, uyuşmazlığın esasını çözümlemekle görevli idari dava dairesince yapılır.

6. Vergi mahkemeleri arasında görev ve yetkiye ilişkin uyuşmazlıklarda ve bağlantılı davalarda merci tayini, uyuşmazlığın esasını çözümlemekle görevli vergi dava dairesince yapılır.

7. İşbölümünde idari ve vergi dava dairelerinden herhangi birinin görevinde olduğu belirlenmemiş davalara bakmak üzere birer idari ve vergi dava dairesi görevlendirilir.

8. İşbölümünde aynı mevzuattan kaynaklanan uyuşmazlıkların birden fazla dairede çözümlenmesi konusunda farklı esaslar belirlenebilir.

Dairelerden birinin yıl içinde gelen işleri normal çalışma ile karşılanamayacak oranda artmış ve daireler arasında iş bakımından bir dengesizlik meydana gelmiş ise takvim yılı başında ikinci fıkrada belirlenen usule göre bir kısım işler başka daireye verilebilir.

Bu madde uyarınca alınan kararlar Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı izleyen ay başından itibaren uygulanır.”

4- 5. maddesiyle değiştirilen 2659 sayılı Kanun’un dava konusu kuralı da içeren 4. maddesi şöyledir:

Adli Tıp Kurumu Başkanlığı:

Madde 4- (Değişik: 9/2/2011-6110/5 md.) Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı, adlî tıp uzmanı bir Başkan ve en az ikisi adlî tıp uzmanı olmak üzere beş başkan yardımcısı ile hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden oluşur.”

5- 7. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un dava konusu 5. maddesi şöyledir:

Daireler:

Madde 5- (Değişik: 9/2/2011-6110/7 md.) Yargıtayda yirmiüç hukuk, onbeş ceza dairesi ve her dairede bir daire başkanı ile yeteri kadar üye bulunur.

6- 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un dava konusu kuralı da içeren 14. maddesi şöyledir:

Dairelerin görevleri:

Madde 14- (Değişik: 9/2/2011-6110/8 md.) Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir. Bu iş için toplanan Yargıtay Büyük Genel Kuruluna Birinci Başkan, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeler ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili katılabilir. Toplantı yeter sayısı üye tam sayısının salt çoğunluğu, karar yeter sayısı ise katılanların salt çoğunluğudur. Oylarda eşitlik hâlinde Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır.

Hukuk dairelerinde:

a) Daireler arasındaki işbölümünün belirlenmesinde mahkeme kararındaki nitelendirme esas alınır.

b) Bir davadaki uyuşmazlık konusu, taraflar arasındaki hukukî ilişkinin aslına değil de bu ilişkiden doğan diğer isteklerle ilgili ise temyiz incelemesi asıl hukukî ilişkiye ait hüküm ve kararları incelemekle görevli dairece yapılır.

c) Bir davada birden fazla hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise temyiz incelemesi uyuşmazlığı doğuran asıl hukukî ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen dairece yapılır.

d) Bir davada uyuşmazlık konusu hukukî ilişki birden fazla dairenin görev alanına giren karma sözleşmeye yahut birden ziyade sözleşme türüne ayrı ayrı dayanıyorsa temyiz incelemesi bunlardan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunundaki özel sözleşme türüne ilişkin davalara ait hüküm ve kararları incelemekle görevli dairece yapılır.

e) Bir sözleşme ile ilgili alacak ve tazminat davalarının temyiz incelemesini yapmakla görevli daire, bu sözleşme türüne ilişkin tespit davalarının temyiz incelemesini de yapmakla görevlidir.

f) Bir dava dosyasının incelenerek eksikliklerinin giderilmesinden sonra geri çevrilmesi için mahalline gönderilmesi veya duruşmasının olması o dosyanın görevli daireye gönderilmesine engel teşkil etmez.

g) Özel kanunlardan doğan ve ayın davası açılması imkânı bulunmayan durumlarda açılan tazminat davaları ile 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 186 ncı maddesi hükmünden yararlanılmak suretiyle tazminata dönüştürülen davalara ilişkin olarak verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi ayın uyuşmazlığını inceleyecek dairece yapılır.

h) İşbölümünde hukuk dairelerinden herhangi birinin görevinde olduğu belirlenmemiş davalara bakmak üzere bir daire görevlendirilir.

Ceza dairelerinde:

a) Daireler arasındaki işbölümünün belirlenmesinde dava açılan belgedeki nitelendirme esas alınır. Açıklama ile sevk maddelerinin uyumsuz olduğu durumlarda, açıklamaya itibar edilir.

b) Çeşitli suçlara ait davalarda, suçların en ağırını incelemeye yetkili olan daire görevlidir.

c) Temyiz davasına bakmakla görevli olan daire, Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalar ile olağanüstü kanun yollarına ilişkin davalara bakmakla da görevlidir.

d) Hüküm veren dairenin, Ceza Genel Kurulu kararına uymayarak kendi kararında direnmesi hâlinde Ceza Genel Kurulunca verilecek ikinci karar kesin olup, ilgili dairece uyulması zorunludur.

e) İşbölümünde ceza dairelerinden herhangi birinin görevinde olduğu belirlenmemiş davalara bakmak üzere bir daire görevlendirilir.

Dairelerden birinin yıl içinde gelen işleri normal çalışma ile karşılanamayacak oranda artmış ve daireler arasında iş bakımından bir dengesizlik meydana gelmiş ise takvim yılı başında birinci fıkrada belirlenen usule göre bir kısım işler başka daireye verilebilir.

Bu madde uyarınca alınan kararlar Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı izleyen ay başından itibaren uygulanır.”

7- 9. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un dava konusu kuralları da içeren 40. maddesi şöyledir:

Dairelerin çalışması:

Madde 40- (Değişik birinci fıkra: 9/2/2011 - 6110/9 md.) Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder.

Görüşmeye katılan başkan ve üyelerin adları mahallerine gönderilecek karar örneklerine de yazılır. Karar çoğunluk ile verilmişse karşı oy yazısı, kararların asıl ve örneklerinde gösterilir.

Yargıtay incelemesi için dairelere gelen dosyalar bekletilmeksizin görev ve iş bölümü, temyiz kabiliyetinin bulunup bulunmadığı, temyiz isteminin süresi içinde olup olmadığı, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönlerinden ön incelemeye tabi tutulur.

Ön inceleme sırasında, temyiz incelemesinin başka daireye ait olduğu, temyiz kabiliyetinin bulunmadığı, temyiz isteminin süresi içinde olmadığı, temyiz şartının yerine getirilmediği veya diğer usul eksiklikleri bulunduğu saptanan dosyalar dairede öncelikle incelenip karara bağlanır.

Yukarıdaki fıkralar, özel hükümler saklı kalmak üzere Hukuk ve Ceza Genel Kurulları çalışmalarında da uygulanır.”

8- 10. maddesiyle 2797 sayılı Kanun’a eklenen ve dava konusu kuralı da içeren 53/A maddesi şöyledir:

Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü ve Görevleri

Madde 53/A- (Ek: 9/2/2011 - 6110/10 md.) Bilgi İşlem Merkezi, Yargıtay Birinci Başkanlığına bağlı olarak görev yapar ve bir müdür yönetiminde yeteri kadar şef, mühendis, programcı, çözümleyici, bilgisayar işletmeni, veri hazırlama ve kontrol işletmeni ile teknisyenden oluşur.

Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğünün görevleri şunlardır:

a) Yargıtay Başkanlığında bilgi işlem sistemini ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak kurmak, işletmek, bakım ve onarımlarını yapmak veya yaptırmak, bilgi işlem sistemleri ile ilgili teknolojileri ve gelişmeleri takip ederek ihtiyaçlara göre gerekli güncellemeleri yapmak, Yargıtay Başkanlığının ihtiyaçlarına göre projeler üreterek yazılım geliştirmek ve güncellemek.

b) Gerektiğinde, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının geliştirmiş olduğu yazılımlarla uyumunu sağlamak, uluslar arası kapsamda, sistemler arası çevrim içi ve çevrim dışı veri akışını ve koordinasyonu sağlamak, bilişim teknolojileri ile ilgili ulusal ve uluslararası faaliyetlerde Yargıtay Birinci Başkanlığınca verilen görevleri yerine getirmek.

c) Yargıtayın faaliyet alanına ilişkin olarak hazırlanan karar, mevzuat, genelge, görüş, metin ve belgelerin, Türkiye’nin üyesi olduğu ve yargı yetkisi tanınan uluslararası mahkeme kararlarının, kullanıcıların hizmetine sunulması için gerekli desteği sağlamak.

d) Yargıtay Başkanlığı bilgi sistemlerinde güvenlik politikalarının usul ve esaslarının belirlenmesi, uygulanması ve güncellenerek denetlenmesini sağlamak.

e) Bilgisayar ve bilgi sistemlerinin kullanılmasında Yargıtay Başkanlığınca çıkartılacak esasları hazırlamak, Yargıtayın tüm birimlerinde görev yapan bilgisayar kullanıcılarının talepleri de dikkate alınarak gerekli eğitimlerini sağlamak.

f) Yargıtay Başkanlığı tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.”

9- Dava konusu kuralları da içeren 11. maddesi ile Kanun’a ekli (2) ve (4) sayılı listeler şöyledir:

MADDE 11- Bu Kanuna ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin, (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne, ekli (3) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin, (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne, (5) sayılı listede yer alan kadro ise ihdas edilerek Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Adlî Tıp Kurumuna ait bölümüne eklenmiştir.

(2) SAYILI LİSTE

KURUMU                :      DANIŞTAY BAŞKANLIĞI

TEŞKİLATI            :      MERKEZ

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

(MESLEK MENSUPLARI)

Unvanı

Derecesi

Adedi

Toplam

Daire Başkanı

1

2

2

Üye

1

59

59

Savcı

5

20

20

Tetkik Hâkimi

5

30

30

Tetkik Hâkimi

6

30

30

TOPLAM

141

141

(4) SAYILI LİSTE

KURUMU                :       YARGITAY BAŞKANLIĞI

TEŞKİLATI            :      MERKEZ

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

(MESLEK MENSUPLARI)

Unvanı

Derecesi

Adedi

Toplam

Daire Başkanı

1

6

6

Üye

1

131

131

TOPLAM

137

137

10- 12. maddesiyle, 2802 sayılı Kanun’a eklenen ve dava konusu kuralı da içeren 93/A maddesi şöyledir:

Tazminat davaları:

Madde 93/A- (Ek : 9/2/2011 - 6110/12 md.) Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:

a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.

b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.

Devlet aleyhine açılacak tazminat davası ancak dava konusu işlem, faaliyet veya kararın dayanağı olan;

a) Soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya kamu davası açılmış ise kovuşturma sonucunda verilen hükmün,

b) Dava sonunda verilen hükmün,

kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabilir.

Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın veya hükmün kesinleşmesinden önce, hâkim veya savcının söz konusu işlem, faaliyet veya kararıyla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanmaktan mahkûmiyeti hâlinde ise tazminat davası bu hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde açılabilir.

Devlet, ödediği tazminattan dolayı, tazminat davasına konu işlem, faaliyet veya kararla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkim veya savcıya rücu eder.

Kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar, hâkim ve savcıların işlem, faaliyet veya kararlarına dayanılarak açılan her türlü tazminat ve rücu davalarında uygulanmaz.

Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.

Bu madde hükümleri;

a) Yüksek mahkemelerin başkanları, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,

b) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu müfettişleri ile adalet müfettişlerinin, yetkilerini kullanırken yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar,

nedeniyle açılacak tazminat davaları hakkında da uygulanır.”

11- 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen, 1086 sayılı Kanun’un dava konusu kuralı da içeren 573. maddesi şöyledir:

Hakimlerin mesuliyeti

Madde 573- (Değişik cümle: 9/2/2011 - 6110/14 md.) Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

1- İki taraftan birini tesahüp ve iltizam veya garez ve nefsaniyet dolayısiyle diğeri aleyhine kanuna ve adalete mugayir bir hüküm ve karar verilmiş olması,

2- Kabili tevil ve izah olmıyacak surette vazıh ve sarahati katiyei kanuniyeye mugayir karar verilmiş olması,

3- Muhakeme zabıtnamesinde mevcut olmıyan sebebe binayi hükmedilmiş olması,

4- Muhakeme zabıtnameleriyle kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmiyen bir sözün hüküm ve karara müessir olacak surette söylenmiş gibi gösterilmiş olması,

5- İta veya temin veya vadolunan menfaat dolayısiyle mugayiri kanun hüküm verilmiş olması,

6- İhkakı haktan istinkaf olunması,

7- (Ek: 14/12/1929 - 1539/1 md.) Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması.”

12- Dava konusu kuralları da içeren Geçici 1. maddesi şöyledir:

GEÇİCİ MADDE 1- (1) Danıştay Başkanlık Kurulu ile Yargıtay Başkanlar Kurulu, bu Kanunla ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından ve dairelerde çalışacak üyelerin belirlenmesinden itibaren bir ay içinde toplanarak daireler arasındaki işbölümüne ilişkin karar tasarısını hazırlar, Danıştayda Genel Kurulun ve Yargıtayda Büyük Genel Kurulun onayına sunar. Danıştayda Genel Kurulun, Yargıtayda Büyük Genel Kurulun işbölümünün onaylanmasına ilişkin kararları Resmî Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki işbölümüne ilişkin hükümler uygulanmaya devam olunur.

(2) Daha önce başka dairelerde görülmekte olup da dairesi değiştirilen dava dosyaları mevcut hâlleriyle ilgili daireye gönderilir.

(3) Bu Kanunla Yargıtayda ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından itibaren onbeş gün içinde Birinci Başkanlık Kurulu yeniden belirlenir. Üyelerin hangi dairelerde görev yapacağını, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak, oluşturulan yeni Başkanlık Kurulu belirler.”

13- Dava konusu kuralları da içeren Geçici 2. maddesi şöyledir:

GEÇİCİ MADDE 2- (1) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesindeki sebeplere dayanılarak açılacak tazminat ve rücu davalarında;

a) Hâkimlerin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılan tazminat davası, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda  olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca; bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesi ise Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılır.

b) Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülür.

c) Bu davalar ilgili hâkime resen ihbar edilir.

(2) Hâkimler ve Savcılar Kanununa bu Kanunla eklenen 93/A maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu Kanunla değiştirilen 573 üncü maddesi hükümleri bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte;

a) Görülmekte olan davalar,

b) Kesinleşmemiş hükümler,

c) Miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler,

bakımından da uygulanır ve davaya Devlet aleyhine devam olunur.

(3) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen ve miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulamayan hükümler için, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki hafta içinde temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulabilir. Bu fıkra uyarınca yapılan kanun yolu başvuruları üzerine verilen kararlar, tahsil edilmiş tazminat bedelinin geri istenmesi hakkını doğurmaz.

(4) Görevli mahkemede Devlet aleyhine devam olunacak davada, temyiz ve karar düzeltme incelemesinde ilk olarak Hâkimler ve Savcılar Kanununun 93/A maddesinde öngörülen dava şartlarının mevcut olup olmadığına bakılır. “

14- Dava konusu kuralı da içeren 16. maddesi şöyledir:

MADDE 16- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.”

B- Dayanılan Anayasa Kuralları

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 9., 10., 36., 37., 123., 138., 141., 142., 154. ve 155. maddelerine dayanılmıştır.

III- İLK İNCELEME

A- Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla 30.3.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantılarında öncelikle Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ hakkındaki reddi hakim talebi görüşülmüştür.

Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın 15.2.2011 tarihli bir gazetede (Radikal)  yayımlanan söyleşisinde “Yüksek yargının bugün içinde bulunduğu durumda yıllardır yargıdaki birikimi gidermek için çaba harcamamış olmasının payı olduğunu, Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının bugüne dek üyeleriyle yargıdaki birikmeyi nasıl çözeceklerine dair bir toplantı yapmadıklarını öne sürerek “Üzülerek söyleyeyim, yüksek yargı bugüne dek uyumaktan başka bir şey yapmadı. Belli günlerde konuşma yapıp mesaj vererek sorun çözülmüyor” dediği ve böylece Anayasa Mahkemesi’nde bulunan dava ile ilgili olarak kanaat beyan etmenin dışında, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tarafsız hareket edemeyeceği kanısını haklı kılan söz ve davranışlarda bulunduğu, 6110 sayılı Kanun’un genel gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın gazetedeki beyanlarının örtüştüğü, dolayısıyla 2949 sayılı Kanun’un 46. maddesinin birinci fıkrasının beşinci bendinde belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın  istişari mütalaa ve kanaat beyan etmiş olduğu davaya bakamayacağı, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 32. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerinin, Mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konular hakkında sözlü veya yazılı olarak görüşlerini belirtemeyecekleri, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın önüne gelmesi muhtemel güncel bir dava ile ilgili görüş beyanında bulunduğu ve subjektif olarak tarafsızlığını kaybettiği belirtilerek ilk inceleme ve esas aşamasında davaya katılarak karar veremeyeceği ileri sürülmüş ve öncelikle bu hususta karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Hakimin reddi kurumu, hakimin bakacağı davada tarafsızlığını sağlamaya yönelik olup temel bir hak olan adil yargılanma hakkıyla da ilişkilidir.  Nitekim herkesin, kanuni ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle hukukumuzda, hakimin tarafsız kalamayacağı varsayılan veya tarafsızlığından kuşku duyulabilecek durumlarda, hakimin kendi mahkemesinin yetki ve görevine giren belli bir davaya bakamayacağı veya reddedilebileceği kabul edilmiştir.

2949 sayılı Kanun’un 46. maddesinin birinci fıkrasının beşinci bendinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerinin, istişari mütalaa ve kanaat beyan etmiş olduğu dava ve işlere bakamayacakları; 47. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerinin tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hallerin dava açılmadan veya iş Mahkemeye gelmeden önce mevcut olduğu iddiası ile reddolunabileceği; Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 32. maddesinde ise Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerinin, Mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konular hakkında sözlü veya yazılı olarak görüşlerini belirtemeyecekleri kurala bağlanmıştır. Buna göre, hakimin reddi kurumu, anılan kurallar gözetildiğinde Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyeleri yönünden de kabul edilmiştir.

Ret sebebi olarak gösterilen ve dava dilekçesine eklenen gazete haberine bakıldığında, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın, yüksek yargı organlarının içinde bulunduğu iş durumu ile ilgili genel olarak tespitte bulunduğu görülmektedir. Bir yüksek mahkeme başkanının, yargının içinde bulunduğu durumla ilgili olarak, 6110 sayılı Kanunla herhangi bir bağlantı kurmaksızın, genel tespitlerde bulunması doğaldır. Nitekim Yargıtay ve Danıştay’ın iş durumu, anılan kurumların Başkanları ile diğer ilgili kişiler tarafından da dile getirilen bir konudur.

6110 sayılı Kanun’un, genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, Yargıtay ve Danıştay’ın yıllardır süren birikmiş iş yüklerini azaltarak yargıyı hızlandırmak, isabetli kararlar verilmesini sağlamak, adalete olan ve sarsılan inancı yeniden oluşturmak için yasalaştırılmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın gazetedeki beyanı, somut olarak 6110 sayılı Kanun’un anayasaya uygun olup olmadığına ilişkin istişari mütalaa ve kanaat beyan etmek anlamına gelmediği gibi, tarafsız hareket edemeyeceği kanısını haklı kılacak bir açıklama olarak da değerlendirilemez.

Bu itibarla;

1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) TBMM Grubu Adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Kemal ANADOL, Trabzon Milletvekili M. Akif HAMZAÇEBİ ile Yalova Milletvekili Muharrem İNCE’nin; 9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un ilk ve esas incelemelerinde, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. ve 47. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine ilişkin istemi içeren 17.3.2011 günlü dava dilekçesi ve ekleri ile ilgili yasa kuralları incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

a- İstemin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Mehmet ERTEN ile Fettah OTO’nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

b- 2949 sayılı Kanun’un 50. maddesine göre para cezasına hükmolunmasına yer olmadığına, OYBİRLİĞİYLE,

c- Kararın Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ ile istemde bulunanlara tebliğine, OYBİRLİĞİYLE;

B- Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla,

1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE,

3- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE, 30.3.2011 gününde;

karar verilmiştir.

IV- ESASIN İNCELENMESİ

Dava dilekçesi ve ekleri, Anayasa Mahkemesi Raportörü Metin EFE tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- Kanun’un 1. Maddesiyle Değiştirilen 2575 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, daire sayısı ve buna bağlı olarak üye sayısının arttırılması gerekçesinin iş yüküne bağlandığı, kanun gerekçesinde iş yükü artış nedenlerinin somut ve bilimsel nedenlere dayandırılmadığı, Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı bir düzenlemenin yapıldığı, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uyulmadığı, yasama organının takdir yetkisini aştığı, yargı bağımsızlığının hukuk devletinin ön koşullarından olması nedeniyle bu bağımsızlığı zedeleyecek her türlü işlemin evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasa’ya aykırılık oluşturacağı, örtülü amaçlara ulaşmak için yasal düzenleme yapıldığı ve bu örtülü amacın Anayasa Mahkemesi’nce araştırılabileceği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu fıkrada, Danıştay’ın on dördü dava, biri idari olmak üzere on beş daireden oluşacağı kurala bağlanmıştır. Böylece Danıştay’da on ikisi dava, biri idari olmak üzere on üç olan daire sayısı on beşe çıkarılmıştır.

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.

Anayasa’nın 142. maddesinde, “Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Yasa koyucunun, yargı faaliyetleri konusunda kanun çıkarma yetkisi bulunduğu gibi, içeriği hakkında da Anayasa’ya aykırı olmamak koşuluyla takdir yetkisini haiz olduğu kuşkusuzdur. Buna göre, yargı faaliyetlerinin hızlandırılması için Danıştay’da bulunan daire sayısının arttırılması hususu yasa koyucunun takdir yetkisi içinde yer almaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında kamu yararı kavramından ne anlaşılması gerektiği ortaya konulmuştur. Buna göre, kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir.

Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır. Kanunun amaç öğesi bakımından anayasaya uygun sayılabilmesi için kanunun çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın gözetilmemiş olması gerekir. İlgili yasama belgelerinin incelenmesinden kanunun kamu yararı dışında bir amaçla çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa kanunun amaç unsuru bakımından anayasaya aykırı olduğu söylenebilir. Yasa koyucunun kamu yararı amacıyla hareket edip etmediği ise ancak ilgili yasama belgeleri incelenerek ve kuralın objektif anlamına bakılarak tespit edilebilir.

Kanun’un genel gerekçesinde konuyla ilgili olarak, adli yargı ve idari yargı mercilerince verilen kararların temyiz mercii olan yüksek mahkemelerin yoğun iş yükü ile uğraşmak zorunda kaldıkları, davaların yüksek mahkemeler önünde sürüncemede kalmasının şikayetlere neden olduğu, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’ye taraf olarak adil yargılama taahüdünde bulunmuş olan ülkemizin de bu duruma çare bulmasının kaçınılmaz hale geldiği, yoğun iş yükü altında çalışılması nedeniyle hata yapmanın kaçınılmaz olduğu ve yüksek mahkemelerin yapacağı hataların toplumda adalete olan güveni zaafa uğratacağı, yoğun iş yükü sebebiyle yüksek mahkemelerde dosyaların yeterince incelenmeden sonuçlandırıldığı şeklinde bir anlayışın toplumda hakim olmaya başladığı, resmi verilere ve yüksek yargı organlarının başkanları tarafından yapılan açıklamalar sonucunda ortaya çıkan sayılara göre yeni iş gelmese bile yüksek mahkemelerde bulunan işlerin en erken dört-beş yıl içinde bitirilebileceği sonucunun ortaya çıktığı, verilen kararların gecikme nedeniyle bazen uygulanmasının mümkün olmadığı, daire sayısının arttırılmasının artık zorunluluk haline geldiği belirtilmiştir.

Buna göre, Kanun’un genel gerekçesi ile dava konusu kuralın objektif anlamı birlikte gözetildiğinde dava konusu kuralın, kamu yararı amacı gözetilmeden örtülü olarak başka bir amaçla çıkarılmış olduğu söylenemez.

Öte yandan, Anayasa’nın 155. maddesinin son fıkrasında “Danıştayın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri, idari yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” denilmiştir.

Dava konusu kuralla, Danıştay’da bulunan daire sayısı ve buna bağlı olarak da üye sayısı arttırılmıştır. Kural ile bu dairelerde görev yapacak olan üyelerin, daire ve üye sayısı arttırılmadan önceki teminatlarında bir değişiklik yapılmadığı gibi kuralın anılan üyelerin verecekleri kararları etkileyen bir yönü de bulunmamaktadır. Dolayısıyla anılan üyelerin, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı kapsamında her türlü etki ve kuşkudan uzak olarak karar verecekleri açıktır. Bu nedenle dava konusu kuralın, hukuk devleti ilkesi ile yargı bağımsızlığı ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

B- Kanun’un 1. Maddesiyle Değiştirilen 2575 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…yeteri kadar üye…” İbaresi ile Üçüncü Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, “…yeteri kadar üye…” ibaresi ile üye tam sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği, dava konusu ibare ve cümlenin soyut ve belirsiz olduğu, aynı dairenin birbirinden kopuk iki heyetle çalışmasının farklı içtihat oluşmasıyla birlikte, çalışma düzeninin de bozulmasına neden olacağı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin dava konusu kuralların da yer aldığı (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunacağı; üçüncü cümlesinde ise üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği kural altına alınmıştır.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ya da kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.

2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde, heyetlerin bir başkan ve dört üyenin katılımıyla toplanacağı belirtilmiştir. Anılan Kanun’un 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise dairelerde görev yapacak üyeler, Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelere ayrılacak ve hizmetin icaplarına göre daireleri aynı usulle değiştirilebilecektir. Buna göre, Danıştay’da on beş daire bulunması nedeniyle dairelerde görev yapacak üye sayısı toplamı en az altmıştır. Geri kalan üyeler ise Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelerdeki iş durumuna göre dairelere ayrılacaktır. Dairelerde görev yapacak en az üye sayısının belli olması ve dairelerdeki iş yüküne göre dairelerde görevlendirilecek diğer üyelerin belirlenebilmesi imkanının tanınması karşısında, dava konusu kuralda yer alan “…yeteri kadar üye…” ibaresinin belirsiz olduğundan söz edilemez.

Diğer taraftan, 2575 sayılı Kanun’un 57. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, daire başkanlarının dairelerinde görevli bulunanların görevlerine devamlarını, düzenli çalışmalarını, daire işlerinin verimli bir şekilde yürütülmesini sağlayacakları; (2) numaralı fıkrasında ise daire başkanlarının her takvim yılı sonunda, dairelerindeki işlerin durumunu ve bunların yürütülmesinde aksaklık varsa sebepleri hakkında Danıştay Başkanlığı’na bir rapor verecekleri ve alınmasını lüzumlu gördükleri tedbirleri bildirecekleri belirtilmiştir. Buna göre, her bir dairedeki daire başkanı, dairelerindeki işlerin yürütülmesi ve oluşan iş yükünün çözümü hususunda sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla daire başkanına, anılan kurallarla yüklenen bu yükümlülüğü yerine getirebilmesi hususunda iş durumuna göre kendi gözetiminde birden fazla heyet oluşturabilmesi imkanı verilmiştir. Bu nedenle dava konusu cümlenin belirsiz olduğu söylenemez.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesi yönünden, bu görüşe katılmamıştır.

C- Kanun’un 1. Maddesiyle Değiştirilen 2575 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Dördüncü Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 155. maddesinde daire başkanlarının seçim biçiminin gösterildiği, oluşturulan diğer heyetlere heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık yapacak olması nedeniyle seçilmemiş bu üyenin fiili olarak başkan olacağı ve böylece seçimle gelen başkanın yetkilerini bu üyenin kullanacağı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 155. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık edeceği kurala bağlanmıştır.

Anayasa’nın 155. maddesinin dördüncü fıkrasında “Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanları, kendi üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler.” denilmiştir.

2575 sayılı Kanun’un 57. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, daire başkanlarının dairelerinde görevli bulunanların görevlerine devamlarını, düzenli çalışmalarını, daire işlerinin verimli bir şekilde yürütülmesini sağlayacakları ve daire görüşmelerini idare edecekleri; (2) numaralı fıkrasında ise daire başkanlarının her takvim yılı sonunda, dairelerindeki işlerin durumunu ve bunların yürütülmesinde aksaklık varsa sebepleri hakkında Danıştay Başkanlığı’na bir rapor verecekleri ve alınmasını lüzumlu gördükleri tedbirleri bildirecekleri belirtilmiştir.

31.1.2002 gün ve 24657 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Danıştay İçtüzüğü’nün 6. maddesinin birinci fıkrasında da daire başkanlarının görevleri belirtilmiştir. Buna göre daire başkanının görevleri, dairenin toplantı gündemini belirlemek, görüşmeleri yönetmek; dairede görevli bulunanların görevlerine devamlarını, düzenli çalışmalarını, daire işlerinin verimli bir şekilde yürütülmesini ve tetkik hakimleri ile memurların yetişmelerini sağlamak, üyesi bulundukları kurulların toplantılarına katılmak, düşüncelerini bildirmek ve oy vermek, birinci sınıfa ayrılmış tetkik hakimlerinden birini kıdemli tetkik hakimi olarak görevlendirmek, her takvim yılı sonunda, dairelerindeki işlerin durumu ve bunların yürütülmesinde aksaklık varsa sebepleri hakkında Danıştay Başkanlığı’na bir rapor vererek alınması gerekli görülen önlemleri bildirmek; dairenin görev alanı ile ilgili olmak koşuluyla gerektiğinde üyeleri görevlendirmektir. Anılan maddenin ikinci fıkrasında ise daire başkanının yokluğunda en kıdemli üyenin başkana vekalet edeceği öngörülmüştür.

Öte yandan, oluşturulan diğer heyetlere, daire başkanının katılımını engelleyen bir düzenleme bulunmadığından bu heyetlere de daire başkanı başkanlık edebilecektir. Ancak daire başkanının bu heyetlere katılmadığı durumlarda heyetleri en kıdemli üye başkanlık edecek ve işleyişi sağlayacaktır. Dolayısıyla anılan üyenin başkanlık ettiği heyeti yönetmesi dışında, seçilen daire başkanına kanun ve iç tüzükle tanınan diğer yetkileri kullanması ve fiili olarak daire başkanı olması söz konusu değildir. Ayrıca daire başkanının katılmadığı diğer heyetlere, heyette bulunan bir üye tarafından başkanlık edilmesi de işin gereğidir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 155. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

D- Kanun’un 2. Maddesiyle Değiştirilen 2575 Sayılı Kanun’un 17. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile (3) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, İdari Dava Daireleri ile Vergi Dava Daireleri Kurullarında yapılan değişikliğin Anayasa’nın 155. maddesinin son fıkrasında öngörülen “kanunla düzenleme” ilkesine uygun olduğu ancak, üye sayılarının niceliksel olarak kanunla belirlenmemesinin ve kurulların toplanacağı andaki mevcut üyelere bağlanmasının sonucu olarak dönem dönem üye sayılarında değişmelere neden olacağı, bu durumun da belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık oluşturacağı, niceliksel artışla birlikte etkin hukuksal denetimin, hukuk güvenliğinin ve istikrarının zedeleneceği, değişiklikle birlikte çalışması güç kurul sistemine geçilerek Anayasa’nın 141. maddesinde belirtilen “davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ilkesinin ihlal edildiği, kurullara katılan üyelerin değişim göstermesi nedeniyle anılan kurulların kararlarındaki istikrarın bozulacağı ve böylece bağımsız yargıya olan güvenin sarsılacağı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 141. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2575 sayılı Kanun’un dava konusu kuralları da içeren 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, idari dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden, Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun ise vergi dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden oluşacağı; (3) numaralı fıkrasında, toplantı ve görüşme yeter sayısının İdari Dava Daireleri Kurulu için otuz bir, Vergi Dava Daireleri Kurulu için on üç olduğu, idari dava daireleri ile vergi dava dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdikleri kararların temyiz veya itiraz yoluyla incelenmesinde ve iki dava dairesinin birlikte yapacağı toplantıda verilen kararların incelenmesinde, bu dairelerde karara katılmış olanların idari ve vergi dava daireleri kurullarında bulunamayacakları kural altına alınmıştır.

Konuyla ilgili olarak madde gerekçesinde, idari ve vergi dava daireleri genel kurullarının çalışma sisteminin yeniden düzenlendiği, bu sistemde daire başkan ve tüm üyelerin kurullarda görev yapması sağlanarak kararlara katkı vermelerinin amaçlandığı, maddenin mevcut halinde kurullarda görev yapacak üyelerin dönüşümlü şekilde belirlendiği ancak, bu üyelerin ikişer yıllık süreyle tespit edildiği, bu yapının dairelerde bulunan fakat kurulda görev yapmayan üyelerin kurullarda tartışılan gündemden iki yıl süreyle uzak kalmalarına yol açtığı, bu düşünceden hareketle anılan kurullara üyelerin tamamının katılımını mümkün kılacak şekilde oluşmasının sağlandığı belirtilmiştir.

2575 sayılı Kanun’un 38. maddesinde, İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, idare mahkemelerinden verilen ısrar kararları ile idari dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları temyizen inceleyecekleri; Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun ise vergi mahkemelerinden verilen ısrar kararları ile vergi dava dairelerinden ilk derece mahkemesi olarak verilen kararları temyizen inceleyecekleri öngörülmüştür.

2575 sayılı Kanun’un 19/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Başkanlık Kurulu’nun, Danıştay Başkanı’nın başkanlığında, üçü daire başkanı üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl ve ikisi daire başkanı ikisi Danıştay üyesi olmak üzere dört yedek üyeden oluşacağı öngörülmüştür. Anılan Kanun’un 52/A maddesinin (1) numaralı fıkrasında, üyelerin görev yerlerinin dairelerin iş durumu ve ihtiyaçları gözönünde tutularak belirlenmesi ve zorunlu hallerde daire başkanı ile üyelerin dairelerinin değiştirilmesi, Başkanlık Kurulu’nun görevleri arasında sayılmış; 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise üyelerin, Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelere ayrılacağı ve hizmetin icaplarına göre dairelerinin aynı usulle değiştirilebileceği belirtilmiştir. Buna göre, idari ve vergi dava daireleri kurullarının toplanmasından önce Başkanlık Kurulu’nun kararı ile üyelerin hangi dairelerde ve dolayısıyla hangi kurullarda görev yapacakları belirlenmiş olacaktır. Dolayısıyla bu kurullarda görev yapacak üyelerin sayıları, kurullar toplanmadan önce belli olacağından kuralda belirsizlik olduğundan söz edilemez.

2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, her dairede bir başkan ile yeteri kadar üye bulunacağı belirtilmiştir. Buna göre, hangi dairede ne kadar üyenin görev yapacağı Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelerdeki iş durumuna göre belirlenecektir. Dairelerde görev yapacak üye sayısının dairelerdeki iş durumuna göre değişiklik göstermesi nedeniyle ve yasa koyucunun tüm üyelerin anılan kurullara katkı vermelerini amaçlaması karşısında dönemler içinde anılan kurullarda görev yapacak üye sayısının değişmesi de işin gereğidir.

Diğer taraftan, yasa koyucu, madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, tüm üyelerin anılan kurullara katılarak bu kurullara katkı vermelerini amaçlamaktadır. Bu nedenle üyelerin, idari ve vergi dava daireleri genel kurullarına katılımları sağlanarak iradelerini yansıtmaları imkanı tanınmıştır. Dolayısıyla bu üyelerin anılan kurullara katılımları ve katkı sağlamalarından dolayı alınan kararlara güvenin sarsılacağından söz edilemez. Kaldı ki kuralın, alınacak kararlara etki edecek bir niteliği de bulunmamaktadır. Bu nedenle kuralların, hukuk güvenliğini ve bağımsız yargıya olan güveni sarsacağı söylenemez.

Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrasında ise “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” denilmiştir. Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu hükmün amacı, yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı kişileri korumak, suçlanan veya herhangi bir nedenle mahkeme kararı bekleyen kişinin, uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesi ile yaşamasını önlemektir. Böylece taraflar, uzun süren gecikmelere karşı korunmuş olmaktadır.

Adil yargılamanın bir gereği olarak, yargı organı kadar, yasa koyucu da yargının kuruluş ve işleyişine ilişkin yasaları düzenlerken bu ilkeye uymak, gereksiz yere yargılamanın uzamasına neden olacak düzenlemelerden kaçınmak zorundadır.

6110 sayılı Kanun, yüksek mahkemelerdeki davaların yoğun iş yükü nedeniyle uzun sürdüğü ve yargının hızlandırılmasının gerektiği belirtilerek çıkarılmıştır. Bu amaçla da Danıştay’ın daire ve buna bağlı olarak görev yapacak üye sayıları arttırılmıştır. Üye sayısı artışının sonucu olarak bu kurullarda görev yapacak üye sayısının da artacağı açıktır. Ancak bu artış sebebiyle anılan kurulların, makul süre içinde karar veremeyecekleri söylenemez.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2., 141. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

E- Kanun’un 4. Maddesiyle Değiştirilen 2575 Sayılı Kanun’un 27. Maddesinin İkinci Fıkrasının İlk Paragrafının İncelenmesi

1- Paragrafın İkinci Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının ikinci cümlesinin, Anayasa’nın 2., 37., 142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralın ikinci cümlesinde yer alan “…Başkanlık Kurulu…” ibaresi 8.8.2011 günlü, 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (c) bendi ile “Başkanlar Kurulu” olarak değiştirilmiştir. Bu nedenle, konusu kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

2- Paragrafın İkinci Cümlesi Dışında Kalan Bölümünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkilerinin, işleyişi ve yargılama usullerinin yasayla düzenleneceğinin kurala bağlandığı, Anayasa’nın 155. maddesinin son fıkrasında da bu gerekliliğin Danıştay için de yinelendiği, Danıştay’ın kanunla belirlenen davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu, dolayısıyla Danıştay dairelerinin görevlerinin mutlaka kanun ile belirlenmesi gerektiği, alınan kararların Resmi Gazete’de yayımlanmasının kanunilik ilkesi için yeterli olmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 37., 142. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2575 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı 27. maddesinin ikinci fıkrasında, idari dava daireleri ile vergi dava dairelerinin kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışacağı; özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dava daireleri arasındaki işbölümü karar tasarısının fıkrada belirtilen esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanacağı; hazırlanan işbölümü karar tasarısının, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Genel Kurul’un onayına sunulacağı; Genel Kurul’un ise işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabileceği kural altına alınmıştır.

Konuyla ilgili olarak Kanun’un genel gerekçesinde. “…Danıştay Kanununda ve Yargıtay Kanununda dairelerin görevleri ayrıntılı şekilde sayılmaktaysa da daireler arasında iş bakımından dengesizlik meydana gelmesi durumunda, Danıştayda Başkanlık Kurulu, Yargıtayda ise Başkanlar Kurulu bir kısım işleri başka daireye verebilmektedir. Söz konusu yüksek mahkemelerin yıllardan bu yana gelen uygulamalarında, özellikle Yargıtay Başkanlar Kurulunca birçok dava, Yargıtay Kanununun 14 üncü maddesine göre görevlendirilen dairenin dışındaki başka bir daireye verilmiş olup, halen birçok iş, anılan kanunda yazılanın aksine farklı dairelerce görülmekte ve karara bağlanmaktadır. Nitekim daireler arasındaki iş paylaşımının görev çerçevesinde olmadığı, işbölümü ilişkisinden kaynaklandığı Yargıtay tarafından da kabul edilmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun konuya ilişkin 26/12/1988 tarihli ve E. 1988/325, K. 1988/566 sayılı ilamında “…Yargıtay daireleri arasındaki ilişki görev değil bir işbölümü ilişkisidir. Gerçekte de daireler arasındaki ilişki teknik anlamda bir görev ilişkisi olsaydı, Yargıtay Başkanlar Kurulu, takvim yılı başında toplanıp bir bölüm işleri başka daireye verme yetkisine sahip kılınmazdı. Çünkü mahkemelerin görevi ancak yasayla düzenlenir.” İfadelerine yer verilmektedir. Bu görüş, doktrin tarafından da kabul edilmektedir. (Prof. Dr. İlhan POSTACIOĞLU, Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. Bası, s. 98; Prof. Dr. Baki KURU, Medeni Yargılama Hukuku, 1979, Cilt 1, s. 61) Bu nedenle Tasarıyla, sistem sadeleştirilerek, dairelerin görevlerinin kanunlarda ayrıntılı şekilde düzenlenmesi yerine, bu görevleri belirleme yetkisi, uyulacak ilkeler kanunda belirtilmek suretiyle, Danıştayda Genel Kurula, Yargıtayda ise Büyük Genel Kurula verilmektedir.” denilmiştir.

Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.

Anayasa’nın 155. maddesinin birinci fıkrasında Danıştay’ın görev tanımı yapılmıştır. Buna göre Danıştay, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Ayrıca Danıştay, kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmaktadır. Buna göre Danıştay’ın görevi bir bütün olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla Danıştay’ın görevine giren hususlarda daireler arasında hangi işin iş durumuna göre hangi dairede görüleceği hususu teknik anlamda görev ilişkisi olmayıp iş paylaşımını ifade etmektedir. Bu nedenle, Danıştay daireleri arasındaki iş paylaşımının kanunla belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 142. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın Anayasa’nın 37. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

F- Kanun’un 5. Maddesiyle Değiştirilen 2659 Sayılı Kanun’un 4. Maddesinde Yer Alan “…hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden…” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, kuralda yer alan “hizmetin gerektirdiği” ibaresinin soyut ve belirsiz olduğu, yönetmelik yetkisinin de herhangi bir yasal çerçeve ve esas içermediği, birim ve müdürlüklerin kanunla kurulması gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2659 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı 4. maddesinde, Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı’nın, adlî tıp uzmanı bir başkan ve en az ikisi adlî tıp uzmanı olmak üzere beş başkan yardımcısı ile hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden oluşacağı kural altına alınmıştır.

2659 sayılı Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, Adli Tıp Kurumu’nun, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak, adli tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı programları ile görev alanına giren konularda diğer adli bilimler alanlarında sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlemek ve bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak üzere kurulduğu; 2. maddesinde ise mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıpla ilgili konularda bilimsel ve teknik görüş bildirmek, adli tıp uzmanlığı ve yan dal uzmanlığı eğitimini Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde vermek, adli tıp ve adli bilimler alanlarında çalışmaları yürütmek üzere seminer, sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler düzenlemek, bunlara ilişkin eğitim programları uygulamak ve ilgili kurum, kuruluş ve kurulların hazırlayacakları adli tıpla ilgili eğitim programlarının yapılmasına ve yürütülmesine yardımcı olmak, adli tıp hizmetlerinin görülmesi sırasında yapılması zorunlu sağlık hizmetlerini vermek, Adli Tıp Kurumu’nun görevi olarak belirtilmiştir. Buna göre, Adli Tıp Kurumu’nun görev ve faaliyet alanı kanunla belirlenmiştir. Dolayısıyla dava konusu kuralda yer alan “…hizmetin gerektirdiği…” ibaresinden, Adli Tıp Kurumu’nun kanunla belirlenen görev ve faaliyet alanının anlaşılmasının gerektiği açıktır. Bu nedenle kuralda, belirsizlik bulunduğundan söz edilemez.

Diğer taraftan, Anayasa’nın 7. maddesinde yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ait olduğu, bu yetkinin devredilemeyeceği kuralı yer almaktadır. Yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa kuralının Anayasa’nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Bununla birlikte, yasada temel esasların belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık, özel ihtisas ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.

Anayasa’nın 123. maddesinde ise “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.” denilmiştir.

3046 sayılı Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında, bağlı kuruluşların, bakanlığın hizmet ve görev alanına giren ana hizmetleri yürütmek üzere, bakanlığa bağlı olarak özel kanunla kurulan, genel bütçe içinde ayrı bütçeli veya katma bütçeli veya özel bütçeli kuruluşlar olduğu; 12. maddesinin üçüncü fıkrasında, bakanlık bağlı kuruluşlarının merkez teşkilatında ihtiyaca göre danışma ve denetim birimlerinden Teftiş Kurulu ve Hukuk Müşavirliğinin kurulabileceği; 13. maddesinin ikinci fıkrasında, bakanlık bağlı kuruluşlarının merkez teşkilatında ihtiyaca göre yardımcı birimlerden Personel ve Eğitim Şubesi Müdürlüğü veya Dairesi Başkanlığını, İdari ve Mali İşler Şubesi Müdürlüğü veya Dairesi Başkanlığını ve Savunma Uzmanlığını kurabileceği; anılan maddenin üçüncü fıkrasında ise ihtiyaca göre bağlı kuruluşların merkez teşkilatında anılan ikinci fıkrada sayılanların dışında da yardımcı birimlerin kurulabileceği kural altına alınmıştır.

2659 sayılı Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, Adli Tıp Kurumu’nun Adalet Bakanlığı’na bağlı olarak kurulduğu belirtilmiştir. Buna göre, Adalet Bakanlığı, 3046 sayılı Kanun’un verdiği yetkiye dayanarak bağlı kuruluşu olan Adli Tıp Kurumu’nda hizmetin gerektirdiği birimleri kurabilecektir. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı, dava konusu kuralı uygularken 3046 sayılı Kanun hükümlerine göre hizmetin gerektirdiği birim ve müdürlükleri oluşturacaktır. Bu birim ve müdürlüklerin oluşturulması hizmetin gerekleri doğrultusunda teknik bir iştir. Teknik konulara ilişkin detayların idarenin düzenlemesine bırakılması da yetki devri olarak nitelendirilemez.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

G- Kanun’un 7. Maddesiyle Değiştirilen 2797 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, daire sayısı ve buna bağlı olarak üye sayısının arttırılması gerekçesinin iş yüküne bağlandığı, kanun gerekçesinde iş yükü artış nedenlerinin somut ve bilimsel nedenlere dayandırılmadığı, Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı bir düzenlemenin yapıldığı, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uyulmadığı, yasama organının takdir yetkisini aştığı, yargı bağımsızlığının hukuk devletinin ön koşullarından olması nedeniyle bu bağımsızlığı zedeleyecek her türlü işlemin evrensel hukuk ilkelerine ve Anayasa’ya aykırılık oluşturacağı, örtülü amaçlara ulaşmak için yasal düzenleme yapıldığı ve bu örtülü amacın Anayasa Mahkemesi’nce araştırılabileceği, ayrıca kuralda geçen “…yeteri kadar üye…” ibaresinin de Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle, Anayasa’nın 2. ve 154. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralda, Yargıtay’da yirmi üç hukuk, on beş ceza dairesi ile her dairede bir daire başkanı ile yeteri kadar üyenin bulunacağı belirtilmiştir. Böylece Yargıtay’da yirmi biri hukuk, on biri ceza olmak üzere otuz iki olan daire sayısı otuz sekize çıkarılmıştır.

2797 sayılı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, heyetlerin bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanacağı belirtilmiştir. Anılan Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasına göre dairelerde görev yapacak üyeler Birinci Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelere ayrılacak ve zorunlu hallerde daireleri aynı usulle değiştirilebilecektir. Buna göre, Yargıtay’da otuz sekiz daire bulunması nedeniyle dairelerde görev yapacak üye sayısı toplamı en az yüz doksandır. Geri kalan üyeler ise Birinci Başkanlık Kurulu’nun kararı ile iş durumuna göre dairelere ayrılacaktır.

Anayasa’nın 154. maddesinin son fıkrasında “Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” denilmiştir.

Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine ilişkin gerekçelerde belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 154. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

H- Kanun’un 8. Maddesiyle Değiştirilen 2797 Sayılı Kanun’un 14. Maddesinin Birinci Fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” Bölümünün İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafına ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2., 37., 142. ve 154. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu hükümde, Yargıtay hukuk daireleri ile ceza dairelerinin kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışacağı, özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, daireler arasındaki işbölümü karar tasarısının maddede belirtilen esaslar uyarınca Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanacağı, hazırlanan işbölümü karar tasarısının toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurul’un onayına sunulacağı, Büyük Genel Kurul’un ise işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabileceği kural altına alınmıştır.

Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasında Yargıtay’ın görev tanımı yapılmıştır. Buna göre Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Ayrıca Yargıtay, Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmaktadır.

Kanun’un 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının ikinci cümlesi dışında kalan bölümüne ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 142. ve 154. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın Anayasa’nın 37. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

I- Kanun’un 9. Maddesiyle Değiştirilen 2797 Sayılı Kanun’un 40. Maddesinin Birinci Fıkrasının “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder.” Biçimindeki İkinci ve Üçüncü Cümlelerinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 154. maddesinde daire başkanlarının seçim biçiminin gösterildiği, oluşturulan diğer heyetlere heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık yapacak olması nedeniyle seçilmemiş bu üyenin fiili olarak başkan olacağı ve böylece seçimle gelen başkanın yetkilerini bu üyenin kullanacağı, “…yeteri kadar üye…” ibaresi ile üye tam sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği, bu ibarenin ve cümlelerin soyut ve belirsiz olduğu, aynı dairenin birbirinden kopuk iki heyetle çalışmasının farklı içtihat oluşmasıyla birlikte, çalışma düzeninin de bozulmasına neden olacağı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 154. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2797 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı 40. maddesinin birinci fıkrasında, dairelerin heyet hâlinde çalışacağı; heyetlerin bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanacağı; üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği ve bu durumda oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık edeceği kurala bağlanmıştır.

2797 sayılı Kanun’un 24. maddesinin birinci fıkrasında, dairelerde ahenkli, verimli ve düzenli bir çalışmanın gerçekleşmesini ve işlerin mümkün olan süratle incelenip karara bağlanmasını sağlamak, dairenin kendi kararları arasında çelişkiyi önlemek amacıyla gerekli göreceği bütün tedbirleri almak, daire başkanlarının görevleri arasında sayılmıştır. Buna göre, her bir dairedeki daire başkanı, dairelerindeki işlerin yürütülmesi ve oluşan iş yükünün çözümü hususunda sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla daire başkanına, anılan Kanunla yüklenen bu yükümlülüğü yerine getirebilmesi hususunda iş durumuna göre kendi gözetiminde birden fazla heyet oluşturulabilmesi imkanı verilmiştir. Bu nedenle dava konusu kuralın belirsizliğinden söz edilemez.

Öte yandan, oluşturulan diğer heyetlere, daire başkanının katılımını engelleyen bir düzenleme bulunmadığından bu heyetlere de daire başkanı başkanlık edebilecektir. Ancak daire başkanının bu heyetlere katılmadığı durumlarda heyetleri en kıdemli üye idare edecektir. Dolayısıyla anılan üyenin başkanlık ettiği heyeti yönetmesi dışında, seçilen daire başkanına kanunla tanınan diğer yetkileri kullanması ve fiili olarak daire başkanı olması söz konusu değildir. Ayrıca daire başkanının katılmadığı diğer heyetlere, heyette bulunan bir üye tarafından başkanlık edilmesi de işin gereğidir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 154. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

J- Kanun’un 10. Maddesiyle 2797 Sayılı Kanun’a Eklenen 53/A Maddesinin İkinci Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak…” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 154. maddesinin son fıkrasında, Yargıtay’ın kuruluş ve işleyişinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğinin belirtildiği, yargılama görevinin her türlü baskıdan uzak olarak yerine getirilmesinin gerektiği, UYAP bilgi sisteminde tutulan bilgi ve belgelerin yargı bağımsızlığına, kişisel verilerin korunması kurallarına uygun olarak güvenli bir ortamda, değiştirilemeyecek bir şekilde saklanması ve sistemin her türlü saldırılara karşı korunmasının Adalet Bakanlığı Bilgi Dairesi Başkanlığı bünyesinde oluşturulan özel bilgi güvenliği birimi tarafından yapılıp yargı bağımsızlığı ile ilgili güvencelere sahip olsa da UYAP’ın beyninin yürütme organının elinde olduğu, dolayısıyla sistemdeki tüm verilerin, bilgilerin, belgelerin ve bağımsız yargının karar dahil bütün işlemlerinin Adalet Bakanlığı’nın erişimine açık olduğu ve bu durumun tek başına yargı bağımsızlığının ihlali için yeterli olacağı, Anayasa’ya uygunluk bakımından yapılması gerekenin ilk derece ve bölge adliye mahkemelerini yürütme organının yönetimindeki UYAP sisteminden kurtarmak ve yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uygun bilişim sistemi kurmak iken Yargıtay’ı UYAP bilişim sistemiyle koordineli hale getirmenin yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına uygun düşmeyeceği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 154. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2797 sayılı Kanun’un 53/A maddesinin birinci fıkrasında, Bilgi İşlem Merkezi’nin, Yargıtay Birinci Başkanlığı’na bağlı olarak görev yapacağı ve bir müdür yönetiminde yeteri kadar şef, mühendis, programcı, çözümleyici, bilgisayar işletmeni, veri hazırlama ve kontrol işletmeni ile teknisyenden oluşacağı kurala bağlanmıştır. Anılan maddenin ikinci fıkrasının dava konusu kuralın da yer aldığı (a) bendinde ise Yargıtay Başkanlığı’nda bilgi işlem sistemini ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak kurmak, işletmek, bakım ve onarımlarını yapmak veya yaptırmak, bilgi işlem sistemleri ile ilgili teknolojileri ve gelişmeleri takip ederek ihtiyaçlara göre gerekli güncellemeleri yapmak, Yargıtay Başkanlığı’nın ihtiyaçlarına göre projeler üreterek yazılım geliştirmek ve güncellemek, Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü’nün görevleri arasında sayılmıştır.

Kuralda, Yargıtay Başkanlığı’nda bilgi işlem sisteminin ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak kurulması Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü’nün görevleri arasında sayılmış olup kuralın UYAP bilişim sisteminin kurulmasını zorunlu kılan bir yönü bulunmamaktadır. Dolayısıyla Yargıtay Başkanlığı, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde bilişim sistemi olarak kullanılan UYAP bilişim sistemi ile koordineli olarak kendi belirleyeceği başka bir bilişim sistemini kullanabilecektir.

Diğer taraftan, Yargıtay Başkanlığı’nda ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak kurulacak olan bilgi işlem sisteminin, Yargıtay’da görev yapan üyelerin yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı kapsamında her türlü etki ve kuşkudan uzak olarak karar vermelerini engelleyen bir yönü bulunmamaktadır. Bu nedenle kural, hakimlik teminatı ile yargı bağımsızlığı ilkelerine de aykırı değildir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 154. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

K- Kanun’un 11. Maddesinde Yer Alan “…(2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne,…” İbaresi İle “…(4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne, …” İbaresinin ve Bu İbarelere Bağlı Olarak Kanun’a Eklenen (2) ve (4) Sayılı Listelerin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 7. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 5. maddesine ilişkin gerekçelerle kuralların, Anayasa’nın 2., 154. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un dava konusu kuralların da yer aldığı 11. maddesinde, Kanun’a ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin eki (I) sayılı cetvelin, (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığı’na ait bölümüne, ekli (3) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı KHK’nin eki (I) sayılı cetvelin, (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığı’na ait bölümüne, (5) sayılı listede yer alan kadro ise ihdas edilerek 190 sayılı KHK’nin eki (I) sayılı cetvelin Adlî Tıp Kurumu’na ait bölümüne eklenmiştir. Kanun’a eklenen (2) ve (4) sayılı listeler ise

(2) SAYILI LİSTE

KURUMU                :      DANIŞTAY BAŞKANLIĞI

TEŞKİLATI              :      MERKEZ

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

(MESLEK MENSUPLARI)

Unvanı                            Derecesi               Adedi        Toplam

Daire Başkanı                         1                        2                 2

Üye                                         1                       59               59

Savcı                                      5                       20               20

Tetkik Hâkimi                       5                       30               30

Tetkik Hâkimi                       6                       30               30

TOPLAM                                                    141             141

(4) SAYILI LİSTE

KURUMU                  :       YARGITAY BAŞKANLIĞI

TEŞKİLATI               :      MERKEZ

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

(MESLEK MENSUPLARI)

Unvanı                            Derecesi               Adedi        Toplam

Daire Başkanı                      1                         6                 6

Üye                                       1                     131             131

TOPLAM                                                   137             137

şeklindedir.

Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 7. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 5. maddesine ilişkin gerekçelerde belirtilen nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2., 154. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

L- Kanun’un 12. Maddesiyle 2802 Sayılı Kanun’a Eklenen 93/A Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, tazminatın amacının zarara uğrayan kişinin maddi veya manevi yönden tatmin edilmesi olduğu, bunu belli bir miktar paranın alınması gibi bir sonuca bağlamamak gerektiği, zarara uğrayanın ancak zarar verene karşı dava açıp kazandığı takdirde maddi ve manevi yönden tatmin edilmiş olacağı, dava kişisel olduğu halde davalı olacak tarafın kanunla değiştirildiği ve hukuk devleti ile hak arama özgürlüğü ilkelerine aykırılık oluşturulduğu, ayrıca ayrıcalıklı bir sınıf oluşturularak İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ayrımcılık yasağı getiren 14. maddesi ile Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırılık oluşturulduğu, kamu görevlilerinin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden doğan zararı toplumun ödemek zorunda bırakıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

2802 sayılı Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı 93/A maddesinin birinci fıkrasında, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü karar nedeniyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği, kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hakim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı; dördüncü fıkrasında ise Devletin, ödediği tazminattan dolayı, tazminat davasına konu işlem, faaliyet veya kararla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hakim veya savcıya rücu edeceği kural altına alınmıştır.

Kanun’un konuyla ilgili olarak genel gerekçesinde, yapılan düzenlemenin İtalya, Fransa, Belçika, Almanya ve İsviçre’deki gelişmeler ile hakimlerin hukuki sorumluluğuna dair uluslararası belgelerde yer alan tavsiyelere uygun olduğu; madde gerekçesinde ise mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatının, hakimlerin hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, objektif kararlar verebilmesini sağlamaya dönük müesseseler olduğu, hakimin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile bunların gerçekleştirilmesine yönelik teminatların, hukuk devletinin bir gereği olmakla birlikte, hiçbir zaman hakimlerin keyfi davranabilecekleri, istedikleri şekilde karar verebilecekleri ve bu kararlardan da sorumlu olmayacakları anlamına gelmediği, millet adına yetki kullanarak yapılan her faaliyetin yargı denetimine açık olmasının hukuk devleti olmanın bir gereği olduğu, hakimlerin yargı yetkisini Türk Milleti adına kullandıklarının, bu sebeple hakimlerin yargısal faaliyet yaptıkları sıradaki fiillerinden dolayı sorumluluk yolunun açık olması gerektiğinin ancak, sorumluluk usul ve esaslarının çok dikkatli bir şekilde düzenlenmesi, hem keyfiliğin ve sorumsuzca tutum ve davranışların önüne geçilmesi ve hem de tutuk ve çekingen bir hakim sınıfının oluşmasına yol açılmaması bakımından çok önemli olduğu, aksi takdirde yargının bağımsızlığı ve hakimlik teminatının anlamının kalmayacağı belirtilmiştir.

Mahkemelerin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın koşulları arasındadır. Mahkemelerin bağımsızlığı genellikle hakimlerin bağımsızlığı ile eş anlamlı kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığı, onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak olarak adalet dağıtacakları yolundaki güven ve inancı yerleştirme amacına yöneliktir. Demokratik bir toplumda, hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, devlet yapısı içindeki tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da sağlanması gerekir. Başka herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış unsurların etki alanının dışında olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık, tarafların etki alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı da kapsamaktadır.

Kuralla, hakimler ve savcılar aleyhine açılabilecek olan tazminat davalarının Devlete karşı açılması öngörülmüştür. Tazminat sorumluluğunun özel olarak düzenlenmesi ve öncelikli olarak yargılama faaliyetlerinden dolayı kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebepleri olsa bile Devletin sorumlu tutulmasının nedeni, hakim ve savcıların Anayasa’da belirtilen bağımsızlığını ve tarafsızlığını güvenceye almaya yöneliktir. Zira hakim ve savcıların haklı ya da haksız olarak açılacak tazminat davalarından dolayı maddi ve manevi baskı altında kalıp tarafsız ve bağımsız olarak yargılama faaliyetinde bulunabilme iradesinden uzaklaşabilme ihtimali bulunmaktadır. Bu ihtimalin bile yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyeceği açıktır.

Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği; 40. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zararın, kanuna göre, Devletçe tazmin edileceği, Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkının saklı olduğu öngörülmüştür. Buna göre, Anayasal olarak memurlar ve diğer kamu görevlilerine tanınan bu hakların bağımsızlık ve tarafsızlıkla görevlerini yürütmeleri gereken hakim ve savcılara tanınmaması yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile çelişir. Kaldı ki, zarar görenler açısından daha güvenli sayılabilecek ve ödeme gücü yüksek olan Devletin tazminat sorumluluğunun kabulü zarara uğramış kişiler için de bir güvence oluşturmaktadır.

Diğer taraftan, Devletin, ödediği tazminattan dolayı, tazminat davasına konu işlem, faaliyet veya kararla ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkim veya savcıya rücu edeceği de açıktır. Dolayısıyla kuralın, ayrıcalıklı bir sınıf oluşturduğundan da söz edilemez

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın Anayasa’nın ve 36. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

M- Kanun’un 14. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendiyle Değiştirilen 1086 Sayılı Kanun’un 573. Maddesinin Birinci Fıkrasının “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.” Biçimindeki Birinci Cümlesinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen 1086 sayılı Kanun’un 573. maddesinin birinci fıkrasının “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.” biçimindeki birinci cümlesinin, Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kural, 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 450. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu nedenle, konusu kalmayan istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

N- Kanun’un Geçici 1. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un 4. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafı ile 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” biçimindeki bölümüne ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2., 37., 142., 154. ve 155.  maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu hükümde, Danıştay Başkanlık Kurulu ile Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun, 6110 sayılı Kanunla ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından ve dairelerde çalışacak üyelerin belirlenmesinden itibaren bir ay içinde toplanarak daireler arasındaki işbölümüne ilişkin karar tasarısını hazırlayacağı; Danıştay’da Genel Kurulun, Yargıtay’da ise Büyük Genel Kurulun onayına sunulacağı; Danıştay’da Genel Kurulun, Yargıtay’da Büyük Genel Kurulun işbölümünün onaylanmasına ilişkin kararların Resmî Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girinceye kadar 6110 sayılı Yasayla yapılan değişiklikten önceki işbölümüne ilişkin hükümlerin uygulanmaya devam olunacağı kural altına alınmıştır.

Kanun’un 4. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafı ile 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” biçimindeki bölümüne ilişkin gerekçelerde belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 142., 154. ve 155.  maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın Anayasa’nın 37. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.

Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.

O- Kanun’un Geçici 1. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 154. maddesinin son fıkrasında Yargıtay’ın kuruluşu ve işleyişinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğinin belirtildiği, iki yıl için seçilen Yargıtay Başkanlık Kurulu’nun görevinin Yasa ile sona erdirilerek yeniden seçim yapılmasının hukuk devletinin en önemli öğelerinden olan hukuk güvenliğini sarsıcı nitelikte olduğu, yeni ve mevcut üyeleri de içine alacak biçimde istek koşulu aranmadan hangi üyenin hangi dairede görev yapacağının belirlenmesine ilişkin yetkinin verilmesinin Yargıtay’daki işleri hızlandırma amaçlı olmayıp siyasi iktidarın arzusuna uygun Yargıtay daireleri oluşturmak olduğu, kuralla Birinci Başkanlık Kurulu vesayetinde bir Yargıtay’ın ortaya çıkacağı belirtilerek ve Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” biçimindeki bölümüne ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2., 37., 142. ve 154. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralda, 6110 sayılı Kanunla Yargıtay’da ihdas edilen üye kadrolarına seçim yapılmasından itibaren on beş gün içinde Birinci Başkanlık Kurulu’nun yeniden belirleneceği, üyelerin hangi dairelerde görev yapacağını, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak oluşturulan yeni Başkanlık Kurulu’nun belirleyeceği öngörülmüştür.

2797 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, Yargıtay’ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu’nun, Yargıtay Birinci Başkanı’nın başkanlığında dördü daire başkanı, dördü Yargıtay üyesi olmak üzere sekiz asıl ve ikisi daire başkanı ve ikisi Yargıtay üyesi olmak üzere dört yedek üyeden oluşacağı; 18. maddesinin birinci fıkrasında dairelerde görev yapacak üyelerin Birinci Başkanlık Kurulu’nun kararı ile dairelere ayrılacağı ve zorunlu hallerde dairelerinin aynı usulle değiştirilebileceği; 33. maddesinin birinci fıkrasında ise Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’na seçilecek iki asıl daire başkanı ile bir yedek daire başkanı ve iki asıl üye ile bir yedek üye hukuk dairelerinden, iki asıl daire başkanı ile bir yedek daire başkanı ve iki asıl üye ile bir yedek üye ceza dairelerinden olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca seçileceği belirtilmiştir.

2797 sayılı Kanun’un 5. maddesinde, Yargıtay’da yirmi üç hukuk, on beş ceza dairesinin bulunacağı; 6110 sayılı Kanun’a ekli listede ise altısı daire başkanı ve yüz otuz biri üye olmak üzere toplam yüz otuz yedi kadronun ihdas edildiği belirtilmiştir. Böylece, Yargıtay’ın daire başkanı ve üye sayısı toplamı üç yüz seksen yediye çıkarılmıştır.

Kuralla, Yargıtay’ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu’na, Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nu oluşturacak ve yeni seçilecek olan üyelerin de iradelerinin yansıtılması sağlanmıştır. Buna göre, yeni seçilecek olsalar bile Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nu oluşturacak olan üyelerin Yargıtay’ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu’nun oluşumunda iradelerinin yansıtılmasında hukuk güvenliğini zedeleyen bir yön bulunmamaktadır. Kaldı ki kuralla, önceki Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nda görevli üyelerin yeniden anılan kurula seçilmesi engellenmemiştir.

Diğer taraftan, yeniden belirlenecek olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nda görev yapacak üyelerin, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı kapsamında her türlü etkiden uzak olarak karar verecekleri açıktır. Bu nedenle dava konusu kuralın, hukuk devleti ilkesi ile yargı bağımsızlığı ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.

Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” biçimindeki bölümüne ilişkin gerekçeler bu kural yönünde de geçerlidir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 154. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın Anayasa’nın 37. ve 142. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.

P- Kanun’un Geçici 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…Devlet aleyhine …” İbaresinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…Devlet aleyhine…” ibaresinin, Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, 1086 sayılı Kanun’un 573. maddesindeki sebeplere dayanılarak açılacak tazminat ve rücu davalarında, hakimlerin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılan tazminat davasının Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda açılacağı ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği; Yargıtay ilgili hukuk dairesinin tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca, bu Kurulun ilk derece mahkemesi sıfatıyla tazminat davası sonucunda vermiş olduğu kararlara ilişkin temyiz incelemesinin Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca yapılacağı; Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davasının ise tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görüleceği kural altına alınmıştır.

Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…Devlet aleyhine…” ibaresi, 6100 sayılı Kanun’un 1.10.2011 gününde yürürlüğe girmesi ile uygulanma olanağını yitirmiştir. Bu nedenle dava konusu kurala ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

R- Kanun’un Geçici 2. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (a) ve (b) Bentlerinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, sonradan çıkarılan bir kanunla davanın taraflarının değiştirildiği, görülmekte olan davalara müdahale edildiği, önceki yasa hükmüne güvenerek dava açanların bu güvenlerinin korunmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un dava konusu kuralların da yer aldığı geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 2802 sayılı Kanun’a 6110 sayılı Kanunla eklenen 93/A maddesi ile 1086 sayılı Kanun’un 6110 sayılı Kanunla değiştirilen 573. maddesi hükümlerinin, 6110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte görülmekte olan davalar ile kesinleşmemiş hükümler bakımından da uygulanacağı ve davanın Devlet aleyhine devam olunacağı belirtilmiştir.

Kanun’un 12. maddesiyle 2802 sayılı Kanun’a eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasına ilişkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralların Anayasa’nın 36. ve 138. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.

S- Kanun’un Geçici 2. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin İncelenmesi

Dava dilekçesinde, kesinleşmiş mahkeme kararlarına müdahale edildiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Kanun’un dava konusu kuralın da yer aldığı geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 2802 sayılı Kanun’a 6110 sayılı Kanunla eklenen 93/A maddesi ile 1086 sayılı Kanun’un 6110 sayılı Kanunla değiştirilen 573. maddesi hükümlerinin, 6110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler bakımından da uygulanacağı ve davanın Devlet aleyhine devam olunacağı belirtilmiştir.

Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükmünü içermektedir.

Yasama organının mahkeme kararlarını değiştirememesi ilkesi yasama organının kesinleşmiş yargı kararlarıyla oluşmuş hukuksal durumlara dokunamaması ya da ortadan kaldıramaması anlamına gelir. Kuralla, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümlere müdahale edildiği açıktır. Bu nedenle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Kural iptal edildiğinden, Anayasa’nın 10. ve 36. maddeleri yönünden incelenmemiştir.

T- Kanun’un Geçici 2. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi

Dava dilekçesinde, kesinleşmiş mahkeme kararlarına müdahale edildiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 10., 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu hükümde, 6110 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen ve miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulamayan hükümler için, anılan Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki hafta içinde temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulabileceği, bu fıkra uyarınca yapılan kanun yolu başvuruları üzerine verilen kararların, tahsil edilmiş tazminat bedelinin geri istenmesi hakkını doğurmayacağı kural altına alınmıştır.

Kanun’un geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendine ilişkin gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Dava konusu kural iptal edildiğinden, Anayasa’nın 10. ve 36. maddeleri yönünden incelenmemiştir.

U- Kanun’un 16. Maddesinin, Yargıtay, Danıştay ve Yargı Yetkisi Yönlerinden İncelenmesi

Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 154. ve 155. maddelerine göre yüksek mahkeme olarak kurulan ve anayasal güvence altında olan Yargıtay ve Danıştay ile ilgili yasaların yürütülmesinin, yürütme organı olan Bakanlar Kurulu’na bırakılmasının yargı bağımsızlığı ilkesini zedelediği, Anayasa’da Bakanlar Kurulu’na Yargıtay ve Danıştay’ın kuruluş, görev, yetki ve işleyişine ilişkin bir yetki verilmediği gibi hiçbir organın kendisine verilmeyen yetkiyi kullanamayacağı, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılması gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın başlangıcı ile 2., 6., 9., 154. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Dava konusu kuralda, 6110 sayılı Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu’nun yürüteceği belirtilmiştir.

Anayasa’nın 109. maddesinde, Bakanlar Kurulu’nun, Başbakan ve bakanlardan oluşacağı; 112. maddesinde ise Başbakan’ın, Bakanlar Kurulu’nun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği, Bakanlar Kurulu’nun da bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olacağı öngörülmüştür. Dolayısıyla Bakanlar Kurulu, genel siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Buna göre, Bakanlar Kurulu, siyasi sorumluluk gereği meydana gelen aksaklıklar karşısında uygun gördüğü önlemleri almaya yetkilidir.

Bağımsız ve hakimlik teminatına göre görev yapan Yargıtay, Danıştay ile hakim ve savcıların yargı faaliyetlerinde bağımsız ve tarafsız oldukları, hakimlik teminatları çerçevesinde karar verecekleri ve yargıyı ilgilendiren bir kanun bile olsa siyasi olarak sorumlu tutulamayacakları açıktır. Buna göre, siyasi olarak kanunları yürütmekle sorumlu olan organın Bakanlar Kurulu olması karşısında, yargı faaliyetleri ile ilgisi bulunmayan kuralın yargı bağımsızlığını zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa’nın 2., 154. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Dava konusu kuralın, Anayasa’nın başlangıcı ile 6. ve 9. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.

V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ

9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un:

A) Geçici 2. maddesinin, (2) numaralı fıkrasının (c) bendi ile (3) numaralı fıkrasının yürürlüğünün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,

B) 1- 1. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinin;

a-  (1) numaralı fıkrasına,

b- (2) numaralı fıkrasının;

aa- Birinci cümlesinde yer alan “…yeteri kadar üye …” ibaresine,

bb- Üçüncü ve dördüncü cümlelerine,

2- 2. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 17. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesine,

3- 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının ikinci cümlesi dışında kalan bölümüne,

4- 5. maddesiyle, 14.4.1982 günlü, 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanunu’nun değiştirilen 4. maddesinde yer alan “… hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” ibaresine,

5- 7. maddesiyle değiştirilen, 4.2.1983 günlü, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun  5. maddesine,

6- 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” bölümüne,

7- 9. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının, “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder.” biçimindeki ikinci ve üçüncü cümlelerine,

8- 10. maddesiyle 2797 sayılı Kanun’a eklenen 53/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “…ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak … ibaresine,

9- 11. maddesinde yer alan;

a-  “…(2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne,…” ibaresi ve bu ibareye bağlı olarak Kanun’a eklenen (2) Sayılı Liste’ye,

b- “… (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne, …” ibaresi ve bu ibareye bağlı olarak Kanun’a ekli (4) Sayılı Liste’ye,

10- 12. maddesiyle, 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasına,

11- Geçici 1. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkralarına,

12- Geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerine,

13- Yargıtay, Danıştay ve yargı yetkisi yönlerinden 16. maddesine,

yönelik iptal istemleri, 30.3.2012 günlü, E. 2011/29,  K. 2012/49 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bölüm, cümle, ibare ve listelere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,

C) 1- 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının ikinci cümlesi,

2- 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen, 18.6.1927 günlü, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinin birinci fıkrasının “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.” biçimindeki birinci cümlesi,

3- Geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…Devlet aleyhine…” ibaresi,

hakkında, 30.3.2012 günlü, E. 2011/29,  K. 2012/49 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu cümleler ve ibareye ilişkin yürürlüğün durdurulmasi istemi hakkinda KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

30.3.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

VI- SONUÇ

9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un:

A- 1. maddesiyle değiştirilen 6.1.1982 günlü, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinin;

1-  (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

2- (2) numaralı fıkrasının;

a- Birinci cümlesinde yer alan “… yeteri kadar üye …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- Üçüncü ve dördüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B- 2. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 17. maddesinin;

1- (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

2- (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

C- 4. maddesiyle değiştirilen 2575 sayılı Kanun’un 27. maddesinin ikinci fıkrasının ilk paragrafının;

1-  İkinci cümlesinde yer alan “…Başkanlık Kurulu…” ibaresi 8.8.2011 günlü, 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (c) bendi ile “Başkanlar Kurulu” olarak değiştirildiğinden, konusu kalmayan ikinci cümleye ilişkin iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

2- İkinci cümlesi dışında kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D- 5. maddesiyle, 14.4.1982 günlü, 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanunu’nun değiştirilen 4. maddesinde yer alan “… hizmetin gerektirdiği yönetmelikte belirtilen birim ve müdürlüklerden …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

E- 7. maddesiyle değiştirilen, 4.2.1983 günlü, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun  5. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

F- 8. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının “Hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, dairelerin arasındaki işbölümü karar tasarısı aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır. Hazırlanan işbölümü karar tasarısı, toplantı tarihinden yedi gün önce ilân edilmek kaydıyla Büyük Genel Kurulun onayına sunulur. Büyük Genel Kurul, işbölümü karar tasarısını aynen onaylayabileceği gibi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine değiştirerek de onaylayabilir.” bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

G- 9. maddesiyle değiştirilen 2797 sayılı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasının, “Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder.” biçimindeki ikinci ve üçüncü cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

H- 10. maddesiyle 2797 sayılı Kanun’a eklenen 53/A maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “… ilk derece ve bölge adliye mahkemeleri bilişim sistemiyle koordineli olarak …” ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

I- 11. maddesinde yer alan;

1-  “… (2) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Danıştay Başkanlığına ait bölümüne, …” ibaresi ve bu ibareye bağlı olarak Kanun’a eklenen (2) Sayılı Liste’nin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

2- “… (4) sayılı listede yer alan kadrolar ise ihdas edilerek (II) sayılı cetvelin Yargıtay Başkanlığına ait bölümüne, …” ibaresi ve bu ibareye bağlı olarak Kanun’a ekli (4) Sayılı Liste’nin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

J- 12. maddesiyle, 24.2.1983 günlü, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A maddesinin birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

K- 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendiyle değiştirilen, 18.6.1927 günlü, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinin birinci fıkrasının “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.” biçimindeki birinci cümlesi, 12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 450. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, bu cümleye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

L- Geçici 1. maddesinin;

1- (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2- (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

M- Geçici 2. maddesinin;

1- (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “… Devlet aleyhine …” ibaresi, 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile uygulanma olanağını yitirdiğinden, bu ibareye ilişkin konusu kalmayan iptal istemi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,

2-  (2) numaralı fıkrasının;

a-  (c) bendinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

b- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

3- (3) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,

N- 16. maddesinin Yargıtay, Danıştay ve yargı yetkisi yönlerinden Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

30.3.2012 gününde karar verildi.

Başkan

Haşim KILIÇ

Başkanvekili

Serruh KALELİ

Başkanvekili

Alparslan ALTAN

Üye

Fulya KANTARCIOĞLU

Üye

Mehmet ERTEN

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

Üye

Burhan ÜSTÜN

Üye

Engin YILDIRIM

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Üye

Hicabi DURSUN

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

Erdal TERCAN

KARŞIOY YAZISI

(Reddi Hakim Talebine İlişkin)

6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un kimi maddelerinin iptalleri ve yürürlüklerinin durdurulması istemiyle Anamuhalefet (Cumhuriyet Halk) Partisi tarafından açılan davada, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ hakkında reddi hakim talebinde bulunulmuştur.

Dava konusu yasa kuralları büyük ölçüde Yargıtay ve Danıştay’ın yeniden yapılandırılmasına ilişkindir. Dosyada yer alan belgelerden, yeni yasal düzenlemelere konu Yüksek Yargı organlarının karşı olduklarını açıkladıkları yasalaşma sürecinde, bu karşı çıkışa Anayasa Mahkemesi Başkanı’nca eleştirel bir üslupla tepki gösterildiği, Davacı Parti’ce de bu tepkinin dolaylı yoldan yasa lehinde duruş sergilemek şeklinde algılandığı, bu nedenle Anayasa Mahkemesi’ndeki yargılama sürecinde Başkan Haşim KILIÇ’ın tarafsız hareket edemeyeceği kanaatine varıldığı anlaşılmaktadır.

Hakimlerin reddine ilişkin hukuk kuralları yönünden olaya bakıldığında, Başkan Haşim KILIÇ’ın dosyadaki beyanlarının istişari mütalaa ve kanaat ya da mahkemeye gelmesi muhtemel bir konuda görüş açıklaması niteliğinde olmadığı açıktır. Öte yandan beyanların zamanlama, bağlam, siyasi ortam ve toplumdaki muhtemel algılanma şekli gözetildiğinde, 2949 sayılı Kanun’un 47. maddesinin birinci fıkrası kapsamında tarafsızlık yönünden değerlendirilebilecek niteliktedir.

Her derecedeki yargıçların sadece tarafsızlığının değil, tarafsız görüntülerinin de korunmasının önemli olduğu ilkesi, kuşkusuz Anayasa Mahkemesi bakımından da geçerlidir. Bir yargıç iç aleminde tarafsızlığından emin olabilir, ancak dışarıdan bakıldığında farklı bir algılama doğuyor ise sorun vardır. Olayda davacı Parti yetkili organlarınca, Başkan’ın tarafsız hareket edemeyeceği kanısını haklı kılan bir halin varlığına kanaat getirilmiş ve bu kanaat, söylemin ötesinde, Parti tüzel kişiliğince reddi hakim talebi yoluyla hukuki düzleme taşınmıştır. Sıradan gerçek veya tüzel kişilerden farklı olarak Ana Muhalefet Partisi, Anayasa’nın iptal davası açmakla yetkili kıldığı başlıca organlardan olup, bu Parti nezdinde Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin tarafsızlıkları noktasında tereddütlerden uzak olunması, tereddüt oluşmasına meydan verilmemesi önemlidir. Mahkeme kararlarının saygınlığı, toplumda adalete olan inancın pekiştirilmesi ve hukuk devletinin güçlendirilmesi, talepleri mahkemelerce reddedilen veya haksız çıkan tarafların dahi yargılamanın adil ve tarafsız yapıldığına ikna olmaları ile sağlanabilir.

Başkan Haşim KILIÇ’ın ret nedeni olarak gösterilen açıklamalarıyla Davacı Parti’nin tarafsızlık noktasında ciddi kaygı duymasına yol açıldığı, Anayasa Mahkemesi heyetince yapılacak yargılama sonunda verilecek hükmün tarafsızlığı ve adaletinden şüphe duyulmamasının asıl olduğu, normal koşullarda bir yüksek yargı organı başkanının fikir özgürlüğü kapsamında sayılabilecek eleştirel ifadelerinin tüm Yüksek Yargı organlarını ilgilendiren bir dava bağlamında özel hassasiyet yaratabileceği gözetildiğinde reddi hakim talebinin kabulünün yerinde olacağı düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum.

Başkanvekili

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

KARŞIOY GEREKÇESİ

(Reddi Hakim Talebine İlişkin)

Dava dilekçesinde, 9.2.2011 günlü, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un kimi kurallarının iptali isteminin ilk ve esas incelemelerinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hakkında 2949 sayılı Kanun’un 46. ve 47. maddelerine dayanılarak talep edilen ret konusunun da karara bağlanması istenmiş, ret sebebine kanıt olarak da 15.02.2011 günlü “Radikal” gazetesinde yayımlandığı ileri sürülen “Yüksek yargının bu gün içinde bulunduğu durumda yıllardır yargıdaki birikimi gidermek için çaba harcamamış olmasının payı olduğunu, Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının bu güne dek üyeleriyle yargıdaki birikmeyi nasıl çözeceklerine dair bir toplantı yapmadıklarını, üzülerek söyleyeyim, yüksek yargı bugüne dek uyumaktan başka bir şey yapmadı, belli günlerde konuşma yapıp mesaj vererek sorun çözülmüyor” yine ”Ben bu soruya cevap verirsem doğru olmaz; çünkü ana muhalefet partisi, onaylanması durumunda Anayasa Mahkemesine başvuracağını söyledi. Önümüze gelebilecek bir dosya hakkında konuşmayayım” biçimindeki haberler gösterilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, Dava ve İşlere Bakmanın Caiz Olmadığı Haller başlıklı 46. maddesinde Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin diğer nedenler yanında “İstişari mütalaa ve kanaat beyan etmiş olduğu dava ve işlere…” bakamayacakları, Başkan ve Üyelerin Reddi başlıklı 47. maddesinin birinci fıkrasında ise “ Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hallerin dava açılmadan veya iş Mahkemeye gelmeden önce mevcut olduğu iddiası ile …” reddedilebilecekleri öngörülmüş, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Yasaklar başlıklı 32.maddesinde de “Başkan ve üyeler; Mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konular hakkında sözlü veya yazılı olarak görüşlerini belirtemezler” denilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. ve 47. maddeleri ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 32. maddesinde yer alan kurallar, hukuk devletinin unsurlarından olan adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi için getirilen düzenlemelerden bir kısmını oluşturmaktadır. Bu kurallar uyarınca, yargılama makamında görev alan Başkan ve üyelerin mahkemeye gelmesi muhtemel konular hakkında tarafsızlıklarını kuşkuya düşürecek her türlü söz ve davranıştan kaçınmaları gerekir.

Ret sebebi olarak gösterilen ve dava dilekçesine eklenen haberle ilgili belgenin doğruları yansıtmadığına ilişkin her hangi bir kanıt bulunmadığı gibi söz konusu belgedeki açıklamanın, Yargıtay ve Danıştay’ın yıllardır süren birikmiş iş yüklerini azaltarak yargıyı hızlandırmak, isabetli kararlar verilmesini sağlamak, adalete olan ve sarsılan inancı yeniden oluşturmak için yasalaştırıldığı gerekçesinde belirtilen, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un bu gerekçesini doğrular biçimde ve dava konusu olarak mahkemeye gelmesi muhtemel olan zamanda ve yasayla bağlantı kurulabilecek bir tarz ve anlam içinde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Haber konusu oluşturulurken sorulan bir soruya tarafsızlığın koruması adına yanıt verilmemiş olması, davadan çekilme koşullarının düzenlendiği 46. maddenin istişari mütalaa ve kanaat beyan etme biçimindeki kuralı açısından olumlu değerlendirilmesi gereken bir davranıştır. Ancak, bu durumun, diğer beyanların Başkan ve üyelerin reddini düzenleyen 47. maddede yer alan, tarafsız hareket edilemeyeceği kanısını haklı kılan haller içinde sayılıp sayılmayacağı yönünden ayrıca değerlendirilmesi gerektiğine engel olmayacağında kuşku bulunmamaktadır.

Mahkemeye gelmesi muhtemel bir davanın yasalaştırılma gerekçesiyle örtüşen, yüksek yargının bu gün içinde bulunduğu durumda yıllardır yargıdaki birikimi gidermek için çaba harcanmamış olmanın payı olduğu şeklinde başlayan ve belli günlerde konuşmakla sorunun çözülmeyeceği biçiminde devam eden açıklamalardan, iptal davasına konu edilen Kanun ile söz konusu sorunun çözülmek istendiğinin ve bu nedenle de düzenlemenin Anayasa’ya uygun olduğu düşüncesini taşıdığını ima eden bir görünümün oluşmasına ve böylece tarafsızlığına kuşku düşürecek haberlerin yapılmasına katkıda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla açıklamanın, 47. maddede öngörülen, her türlü söz ve davranış bakımından dikkate alınması gereken…tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan haller…içinde değerlendirilmesi gerekir.

Bu düşünceyle ret talebinin kabulüne karar verilmelidir.

Üye

Mehmet ERTEN

KARŞIOY

6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2797 sayılı Yargıtay Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu, 2659 sayılı Adli  Tıp Kurumu Kanunu, 2802 sayılı Hâkimler  ve Savcılar Kanunu, 1806 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunda değişiklikler yapılmıştır.

2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun, Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerinin bakamayacağı dava ve işleri düzenleyen 46. maddesinin beşinci bendinde, Başkan ve üyelerin kanaat beyan etmiş olduğu dava ve işlere bakamayacağı; Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Yasaklar” başlıklı 32. maddesinde de Başkan ve üyelerin mahkemeye gelmesi muhtemel güncel konular hakkında sözlü veya yazılı olarak görüşlerini beyan edemeyecekleri kuralı yer almıştır.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın 6110 sayılı Kanun’un yasalaşması sürecinde kamuoyuna ve basına yaptığı, dosyada içeriği belirtilen açıklamaların; anılan Yasa’nın gerekçesi de göz önüne alındığında 2949 sayılı Kanun’un 46/5. maddesi hükmü ile İçtüzüğün 32. maddesine aykırı olduğu, bu nedenle aynı Yasa’nın 47. maddesi gereğince yapılan “Hâkimin Reddi” talebinin kabulü gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye

Fettah OTO

KARŞIOY YAZISI

(Esasa İlişkin)

6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nda ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda yapılan değişikliklere ilişkin karşıoy:

İptali istenen kurallarla adı geçen yüksek yargı organlarının üye sayılarında, çalışma biçimlerinde önemli ve sistematik değişiklikler yapılmış, dairelerin daha önce yasa ile belirlenen görevleri bundan böyle Başkanlık Kurulları tarafından belirlenecek şekilde düzenlenmiş ve dairelerin birden fazla heyet şeklinde görev yapması esası benimsenmiştir.

Danıştay ve Yargıtay anayasa ile belirlenmiş yüksek yargı organlarıdır. Bu yüksek mahkemelere  ilişkin yasalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu öngören Anayasa’nın 2. maddesi başta gelmek üzere yargının bağımsızlığını, adil yargılanma hakkını ve bunları sağlayacak olan mahkemelerin kuruluşuna ilişkin esasları düzenleyen Anayasa hükümlerine ters düşemeyeceği gibi, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmak zorundadır.

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir.

Anayasa’nın 5. maddesinde devletin temel amaç ve görevleri düzenlenmiş, bu kapsamda devletin  “… kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanların maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”la görevli olduğu vurgulanmıştır.

Anayasa’nın 9. maddesinde yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiştir.

Anayasa’nın  “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu ifade edilmiştir.

Anayasa’nın 142. maddesinde “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi, yargılama usulleri kanunla düzenlenir” denilmiştir.

Yargıtay, Anayasa’nın 154. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında Yargıtay’ın, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu; kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı öngörülmüştür. İkinci fıkrada Yargıtay üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçileceği belirtilmiştir. Üçüncü fıkrada Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkan vekilleri ve daire başkanlarının kendi üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulu’nca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilecekleri; süresi bitenlerin yeniden seçilebilecekleri öngörülmüştür. Dördüncü fıkrada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin Yargıtay Genel Kurulu’nun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği beşer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl için seçileceği, süresi bitenlerin yeniden seçilebilecekleri hükme bağlanmıştır.  Son fıkrada Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir denilmiştir.

Danıştay’ın düzenlendiği Anayasa’nın 155. maddesinin birinci fıkrasında, idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğu, kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı belirtilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında Danıştay’ın, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, idari uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevli olduğu ifade edilmiştir. Üçüncü fıkrada Danıştay üyelerinin dörtte üçünün, birinci sınıf idari yargı hakim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; dörtte birinin nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği öngörülmüştür. Dördüncü fıkrada Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanları kendi üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulu’nca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler denilmiş, süresi bitenlerin yeniden seçilebileceği belirtilmiştir. Son fıkrada, Danıştay’ın kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usullerinin, idari yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır.

Anayasa’nın Yargıtay ve Danıştay’la ilgili hükümlerinden şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:

- Her iki yüksek mahkeme “son derece” mahkemesi olmakla, birer içtihat mahkemesi olarak çalışacak şekilde kurulmuşlardır, bu nedenle kendi yasaları da bu amacı gözetecek şekilde düzenlenmek zorundadır.

- Daire başkanlarının seçim yöntemi yasa koyucunun takdirine  bırakılmayarak doğrudan Anayasada  düzenlenmiştir. Bu nedenle  bu mahkemelerin yargı yetkisini kullanan  asli birimleri dairelerdir. Daire’yi belli bir anlam ve şekilde öngören Anayasa’nın yasa koyucuya geniş bir takdir alanı bıraktığı söylenemez.

Anayasa’nın 2. ve 5. maddeleri ile adil yargılanma hakkına ilişkin 36. maddesinin lafzı ve ruhu da gözetildiğinde, adli ve idari yargıda ilk derece mahkemelerinden verilen kararların temyizen incelenmesinin bu kararların ilgili olduğu hukuk konuları, suç tipleri veya idari uyuşmazlıklar itibariyle uzmanlaşmış, liyakat sahibi ve denetimli yüksek yargıçlardan oluşan heyetlerce yapılmasının temel ilke olduğu açıktır. Bu şekilde mümkün olduğunca süratli ve doğru karar verilebilecek, içtihatlarda istikrar sağlanarak ilk derece mahkemelerinin kararlarının bozulma oranı azaltılacak ve davaların gereksiz uzaması önlenecek, farklı ve çelişkili kararlar emsal alınarak açılan birçok davanın da açılmasına gerek kalmayacaktır. Hayatın değişen koşulları karşısında yetersiz kalan, adalet duygusuna ters düşen veya yasaların katı yorumundan kaynaklanan içtihatların da yine bu sistem içinde düzeltilmesi mümkün olduğundan, iyi işleyen adil bir hukuk düzeni oluşturulacak ve sürdürülebilecektir. Yasa koyucunun yüksek mahkemelerle ilgili çıkaracağı yasalar bu anayasal parametrelere ve evrensel hukuk ilkelerine uygun olmak zorundadır. Diğer bir ifadeyle bu anayasal amaçlara ve parametrelere aykırı düzenlemeler yapmak yasa koyucunun takdir alanı içinde değildir.

6110 sayılı Yasa ile Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında yapılan değişiklikleri aşağıdaki nedenlerle bu esaslara uymamaktadır:

A- 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nda yapılan değişiklikler:

6110 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle Danıştay Kanunu’nun 13. maddesinde yapılan değişiklikle, Danıştay’ın toplam daire sayısı 15 olarak belirlenmiş, heyetlerin başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanacağı ve salt çoğunlukla karar vereceği, üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği ve bu durumda oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık edeceği  öngörülmüştür.  Kanun’un 4. maddesi ile Danıştay Kanunu’nun 27. maddesi değiştirilerek, idari dava daireleri ile vergi dava dairelerinin kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışacağı, Başkanlık Kurulu’nca hazırlanacak işbölümü karar tasarısının Genel Kurul’un onayına sunulacağı ve Genel Kurul’un karar tasarısını aynen veya değiştirerek onaylayabileceği belirtilmiştir. Kanun’un 11. maddesiyle ihdas edilen kadrolarla da 15 daireli Danıştay, 156 üyeli bir yüksek mahkeme haline dönüştürülmüştür.

Buna göre Danıştay’ın 15 dairesi birer başkan ve dörder üyeden oluşacak heyetlerle toplam 75 üyeden oluşabilecek, geri kalan 76 üye ise aynı dairelerin ikinci heyeti olarak çalışabilecektir.

Anayasa’nın 155. maddesine göre Danıştay üyelerinin dörtte birinin idari yargı hakim ve savcıları arasından seçilmesi zorunludur. Kalan dörtte bir oranındaki üyenin ise hakim hatta hukukçu olması  gerekmemektedir. Buna göre, 39 üyenin hukukçu olmaması ve bazı dairelerin ikinci heyetlerinin tamamen bu üyelerden oluşturulması mümkündür. Buna göre, hukukçulardan oluşmayan 7 adet Danıştay dairesi heyeti ortaya çıkabileceği anlaşılmaktadır. Başkanlık Kurulu’nun ve Genel Kurul’un görevlendirmeler sırasında böyle bir durumun doğmaması için esasen gerekli özeni göstereceği varsayılabilir. Ancak bir hukuk devletinde yasalar, bir yandan açıkça anayasaya aykırı sonuçlar verebilecek şekilde düzenlenip bir yandan da uygulamada nasıl olsa öyle bir sonuç doğmayacağı varsayımına dayandırılamaz. Yasa koyucunun böyle bir takdir hakkı yoktur.

İptali istenen kurallarla, aynı dairenin ikinci (veya sayı müsaitse üçüncü) heyetinin oluşturulması olanaklı hale gelmiştir. Bu şekilde oluşacak mükerrer heyetler birbirine zıt veya çelişkili kararlar verebileceklerinden, içtihat birliğinin sağlanması güçleşecek, bu farklılıkların düzeltilmesi zaman alacak, kişilerin veya İdarenin mağduriyetine neden olunabilecektir.  Çerçevesi anayasa ile belirlenen Danıştay, bir içtihat mahkemesidir. İdare ve bölge idare mahkemelerinden gelen ve sayıları giderek artan dosyaları şu veya bu şekilde eritmek zorunda olan bir merci değildir.

Yasa koyucunun amacı daire başına bakılması gereken ve sürekli artış gösteren dosya sayısını azaltmak ise bunu daire sayısını yasa ile daha fazla sayıda tespit etmek suretiyle de yapabileceği, böylece dairelerin daha somut konularda ihtisaslaşması sağlanabileceği, aynı daire içinde değişken ve birbirinden bağımsız heyetler arasında içtihat farkları doğmasının da önlenebileceği açıktır. Aynı sonucun anayasaya uygun bir yolla elde edilmesi mümkün iken farklı bir yol izlenmesinde yasa koyucunun takdir hakkı bulunmamaktadır.

Yapılan düzenlemede anayasaya açık bir aykırılık da dairelerin ve heyetlerin başkanlığı konusundadır. Anayasa daire başkanlığını yasaya bırakmayarak doğrudan düzenlemiş, daire başkanlarının Genel Kurul’un üye tamsayısının salt çoğunluğunca ve gizli oyla seçilmesini öngörmüştür. Hukukun genel ilkelerine göre vekalet, asilin görevini yapamayacak durumda veya mazeretli olması halinde söz konusu olur. Dairenin başkanı (asil) görev başında ve birinci heyete başkanlık ederken bir başkasının aynı daire adına vekaleten heyet başkanlığı yapması hukuki değil fiili (de facto) başkanlıktır. Bu durumda ikinci heyetin Anayasa’ya uygun olarak teşekkül etmiş bir yargı mercii olduğundan söz edilemez. Kaldı ki genel ilke vekalet edecek kişinin ya önceden belirlenmesi, ya da en kıdemlinin vekalet etmesidir. Danıştay’ın (x) Dairesinde bir başkan ve 17 üye bulunduğunu kabul edelim. İptal istemine konu kurala göre başkan dışındaki 17 üye 3 heyet şeklinde bölünecek, heyetlerin her birine o fiili heyetteki en kıdemli üye başkanlık edecektir. Buna göre, ikinci ve üçüncü heyetlerin başkanları, Dairenin en kıdemli ilk üç üyesi olmayabilecektir. Örnekte belirtilen durumda Dairenin en kıdemsiz 6 üyesi (18 kişinin en kıdemsiz 6’sı)bir heyet halinde toplanabilecek, buna da Dairenin kıdemde13.sıradaki üyesi başkanlık etmiş olacaktır. Bu heyetin vereceği kararlar da Daire kararı hükmünü taşıyacaktır. Bu durum Anayasa’nın amaçladığı yüksek mahkeme yapısına olduğu kadar hukukun genel ilkelerine de aykırıdır.

Sonuç olarak, iptali istenen kurallar Anayasa’nın 2., 36. ve 155. maddelerine aykırıdır.

B- 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda yapılan değişiklikler:

6110 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle Yargıtay’ın daire sayısı 23 hukuk ve 15 ceza olmak üzere 38 olarak belirlenmiştir. Kanun’un 8. maddesiyle Yargıtay Kanunu’nun 14. maddesi değiştirilerek hukuk daireleri ile ceza dairelerinin kendi aralarında işbölümü esasına göre çalışacağı, daireler arasında işbölümünün Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanacak karar tasarısının Büyük Genel Kurul’ca aynen veya değiştirilerek onaylanması suretiyle belirleneceği esası getirilmiştir. Kanun’un 9. maddesi ile Yargıtay Kanunu’nun 40. maddesi değiştirilerek, üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabileceği, bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üyenin başkanlık edeceği kuralı getirilmiştir. Kanun’un 11. maddesi ile ihdas edilen kadrolarla 6 adet daire başkanlığı, 131 adet üyelik olmak üzere toplam 137 yeni üyenin Yargıtay’a katılması sağlanmıştır. Dairelerin bir başkan ve dört üye ile çalışabileceği gözetildiğinde, mevcut üye sayısı itibariyle Yargıtay’da 39 adet yeni heyetin fiilen (de facto) daire şeklinde oluşturulabileceği anlaşılmaktadır.

Yargıtay da Danıştay gibi bir yüksek içtihat mahkemesidir. Bu bakımdan aynı dairenin mükerrer olarak oluşturulacak heyetlerinin yaratacağı sakıncalar konusunda Danıştay için belirtilen gerekçeler Yargıtay yönünden de aynen geçerlidir.

Anayasa’nın 154. maddesinde Yargıtay daire başkanlıklarının nasıl belirleneceği yasaya bırakılmadan, doğrudan düzenlenmiştir. Bu nedenle eylemli olarak oluşturulacak ikinci veya üçüncü heyet daire başkanlıklarının anayasal dayanağı yoktur. Vekalet ve kıdem konusunda Danıştay’la ilgili belirtilen sakıncalar Yargıtay yönünden de geçerlidir. Anayasal dayanağı olmadan yargılama yapacak ve kesin hüküm kuracak bir dairenin kararının hukuki geçerliliğinin bir yasa hükmüne dayansa dahi kamu vicdanında tartışma konusu olması kaçınılmazdır.

Yüksek mahkemelerin aynı dairelerinin müteaddit heyetler halinde çalışması çağdaş hukuk sistemlerinde başvurulan bir yöntem değildir. Yıllar boyu artan iş yükünün yarattığı sorunlar karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de yeniden düzenlenmesi gerekmiş ve bu amaçla Sözleşme’ye Ek 14. Protokol ile sözleşmede bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu kapsamda Sözleşme’nin 26. maddesinde Dairelere bağlı üç yargıçlı komiteler kurulması kabul edilmiş; Dairelerin 7 yargıçtan oluşacağı esası korunmakla beraber Mahkeme Genel Kurulu’nun talebi üzerine Bakanlar Komitesi’nin Daire yargıçlarının sayısını oybirliğiyle alacağı bir kararla ve belirli bir süre için beşe düşürebileceği öngörülmüştür. Bu şekilde Mahkeme Genel Kurulu, dairelerden artan yargıçlarla yeni daireler kurabilme yetkisini elde etmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yeniden düzenlenmesi çalışmalarının hiçbir safhasında Dairelere üye ülkelerce birer yargıç daha atanması suretiyle ikinci heyetler kurulması düşünülmemiş, böyle bir fikir ortaya atılmışsa bile ciddiye alınmamıştır. Zira böyle bir gelişmenin, karara bağlanması 7-8 yıla çıkan davaları görme süresini yarıya indirebilecek olsa bile, içtihat (case-law) esasına göre yıllar boyu titizlikle oluşturulan kararlardaki istikrarı ve tutarlılığı bozabileceği açıktır.

Konuyla ilgisi nedeniyle işaret edilmesi gereken bir husus da adli yargı bölge mahkemeleri, yani istinaf mahkemeleri konusudur. 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında istinaf kurumu getirilmiş; istinaf yolu Kanun’un 272-285. maddelerinde düzenlenmiştir. 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 maddesinde bölge adliye mahkemelerinin, bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığı’nca kurulacağı belirtilmiştir. 5235 sayılı yasanın Geçici 2. maddesinde, Adalet Bakanlığı’nın, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç iki yıl içinde bölge adliye mahkemelerini kuracağı, mahkemelerin yargı çevreleri ve göreve başlayacakları tarihin Resmî Gazete’de ilan edileceği öngörülmüştür. Yasa’nın Geçici 3. maddesinde de bölge adliye mahkemeleri için gereken binaların en geç iki yıl içinde yapım, satın alma veya kiralama yoluyla sağlanacağı belirtilmiştir. 2007 yılında her ne kadar bölge adliye mahkemelerinin kurulacakları iller ve yargı çevreleri Adalet Bakanlığı’nca belirlenmiş ve ilan edilmişse de mahkemeler bugüne kadar yargısal faaliyete başlayamamıştır.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin, yasalarla devlete verilen görevlerin savsaklanmasına, ertelenmesine cevaz vermediği açıktır. 2004 yılında çıkarılan yasalarla kurulan ve şayet zamanında faaliyete geçseydi Yargıtay’daki dosya birikimini büyük ölçüde önleyecek olan bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmemiş olmasından kaynaklanan durumun çözümü için Yargıtay’ın içtihat mahkemesi özelliğini daha da zedeleyen, Anayasa’nın amir hükümleriyle düzenlenmiş daire kuruluş ve başkan seçimi esasları “by-pass” edilerek sırf dosya eritme amaçlı bir düzenleme yapılması, Anayasa’nın 2., 36. ve 154. maddelerine aykırıdır.

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT



[1] http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss610.pdf

[2] TEZİÇ Erdoğan, Anayasa Hukuku, Dördüncü Bası, Ekim 1997, İstanbul, s.186.

[3] AYMK., 2.11.1978 tarihli ve E.1978/31, K.1978/50.

[4] AYMK., 14.6.1988 tarihli ve E.1988/14, K.1988/18.

[5] AYMK., 29.4.1980 tarihli ve E.1980/1, K.1980/25.

[6] AYMK., 11.10.1963 tarihli ve E.1963724, K.1963/243.

[7] ÖZBUDUN Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Dördüncü Baskı, Ankara, 1995, s.18.

[8] TANÖR Bülent, YÜZBAŞIOĞLU Necmi, Türk Anayasa Hukuku, İkinci Bası, İstanbul 2002, s.105.

[9] http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss610.pdf

[10] TEZİÇ Erdoğan, Anayasa Hukuku, Dördüncü Bası, Ekim 1997, İstanbul, s.186.

[11] AYMK., 2.11.1978 tarihli ve E.1978/31, K.1978/50.

[12] AYMK., 14.6.1988 tarihli ve E.1988/14, K.1988/18.

[13] AYMK., 29.4.1980 tarihli ve E.1980/1, K.1980/25.

[14] AYMK., 11.10.1963 tarihli ve E.1963724, K.1963/243.

[15] ÖZBUDUN Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Dördüncü Baskı, Ankara, 1995, s.18.

[16] TANÖR Bülent, YÜZBAŞIOĞLU Necmi, Türk Anayasa Hukuku, İkinci Bası, İstanbul 2002, s.105.

[17] http://www.uyap.gov.tr/tanitim/genel.html

[18] AYBAY Rona, AYBAY Aydın, Hukuka Giriş, Aybay Yayınları No:8, İkinci Bası, 1991, s.121. E.1964/3 ve E. 1972/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarından aktarmalarla.

 

 
JoomlaWatch Stats 1.2.8b by Matej Koval