Anayasa Mahkemesi'nden ''nafaka'' kararı

Anayasa Mahkemesi, boşanmada yoksulluk nafakasının sosyal dayanışma düşüncesiyle verildiğine, anca...

ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE DAVA AÇMA USUL VE YOLLARI

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kimlerin, hangi işlem türlerine karşı dava açabileceği 1602 sayılı ...

Anayasa Mahkemesi verdiği kararla kadının değerini ve saygısını hukuk adınada tesçilledi.

Bilindiği üzere, boşanmış ve çocuğun velayetini almış olan anne, Soyadı Kanunu gereğince, çocuğunu...

Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yargıyı hızlandırma amaçlı paket

Adalet Bakanlığı’nın hazırlayarak Bakanlar Kurulu’nda sunumunu yaptığı yargının hızlandırılmasına ...

6 KHK daha yayımlandı

Bakanlar Kuruluna tanınan yetki çerçevesinde, aralarında Sağlık Bakanlığının düzenlemesinin de yer...

657 sayılı Devlet Memuru Kanunu tarih oluyor

Kıdem tazminatı düzenlemesiyle dikkat çeken Çalışma Bakanı Faruk Çelik, tartışma yaratacak ikinci ...

Anayasa Mahkemesinin Kadının Soyadı Hk. kararı‏

Evli kadının sadece kızlık soyadını kullanmasına vize vermeyen Anayasa Mahkemesi'nin gerekçesi: "Evl...

Danıştay Muayene Açma Koşullarını Ağırlaştıran Yönetmelik Hükmünü İptal etti

  T.C. D A N I Ş T A Y ONUNCU DAİRE Esas  No   : 2011/6191 Devlet Üniversitesi tıp f...

Danıştay Ögretim Üyesi Hekimlerin Özel Sağlık Merkezlerinde Çalışma Yasağına Dair İşlemi İptal Etti

  T.C. D A N I Ş T A Y ONUNCU DAİRE Esas  No   : 2011/6866 Davacı ve Yürütmenin Durd...

Faturalar garanti belgesi yerine geçmeyecek.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmelikte Değişiklik...

  • Anayasa Mahkemesi'nden ''nafaka'' kararı

    Salı, 26 Haziran 2012
  • ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE DAVA AÇMA USUL VE YOLLARI

    Salı, 28 Şubat 2012
  • Anayasa Mahkemesi verdiği kararla kadının değerini ve saygısını hukuk adınada tesçilledi.

    Salı, 21 Şubat 2012
  • Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yargıyı hızlandırma amaçlı paket

    Cuma, 06 Ocak 2012
  • 6 KHK daha yayımlandı

    Perşembe, 03 Kasım 2011
  • 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu tarih oluyor

    Perşembe, 03 Kasım 2011
  • Anayasa Mahkemesinin Kadının Soyadı Hk. kararı‏

    Pazartesi, 24 Ekim 2011
  • Danıştay Muayene Açma Koşullarını Ağırlaştıran Yönetmelik Hükmünü İptal etti

    Cumartesi, 16 Temmuz 2011
  • Danıştay Ögretim Üyesi Hekimlerin Özel Sağlık Merkezlerinde Çalışma Yasağına Dair İşlemi İptal Etti

    Cumartesi, 16 Temmuz 2011
  • Faturalar garanti belgesi yerine geçmeyecek.

    Salı, 28 Haziran 2011
YARGITAYDAN İNTERNET BANKACILIĞI MAĞDURLARINA GÜZEL HABER

Banka, hesabı boşaltılan müşteriye hem parasını hem de tazminat ödeyecek

HASAN KARALI - 17.12.2010

 

 

 

Yargıtay, internet bankacılığı mağdurlarını sevindirecek emsal bir karara imza attı. Sanal yöntemlerle hesabından 71 bin lira çalınan bir şirket, banka aleyhine açtığı davayı kazandı. Cezayı onayan mahkeme, banka yöneticilerini sorumsuz davrandığı gerekçesiyle 170 bin lira tazminata mahkûm etti.

 

Yargıtay'ın emsal kararıyla noktalanan olay şöyle gelişti: İnternet bankacılığını kullanan bir turizm şirketinin hesabı 2007'de internet üzerinden boşaltıldı. Para, 8 ayrı hesaba gönderildi. Soygunu fark eden şirket yetkilileri, yetkileri dışında hesaplarından 71 bin lira çekildiğini bankaya rapor etti. Banka, şirket yetkililerine internet bankacılığı sistemlerinin çok iyi korunduğunu, bundan dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmeyeceklerini söyledi. Bankadan umduklarını bulamayan şirket, banka hakkında İstanbul 6. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme, dava sonucunda bankayı kusurlu bularak hem şirketin parasının iadesini hem de tutumundan dolayı 'kötü niyet tazminatını' ödemeye mahkûm etti. Tazminat ve harçlarla 170 bin lira cezaya çarptırılan banka, temyiz için Yargıtay'a başvurdu. Yargıtay da mahkemenin verdiği kararı onaylayarak bankanın kusuru olduğu yönünde kanaat bildirdi. Şirkete, söz konusu miktarı ödemesi gerektiğine hükmetti.

Mağdur şirketin avukatlığını yapan Hüseyin Aydın, kararın Türkiye'de bir ilk olduğunu belirtti. Kararla kanundaki boşlukların vatandaş aleyhine yorumlanmasının önüne geçildiğini dile getiren Aydın, bankacılık sisteminin daha güvenli hale getirilmesinde teşvik edici olduğunu anlattı. Olaydan sonra dolandırıcılar için de suç duyurusunda bulunduklarını açıklayan Aydın, dolandırıcıların bu soygunu İzmir'den mobil bir cihazla yaptığını belirtti. Aydın, dolandırıcıların paranın yüklü miktarda olmasından dolayı, farklı hesaplara göndermiş olabileceği üzerinde durarak bu işlemi 15 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleştirdiklerinin altını çizdi. Emniyet de paranın gönderildiği farklı hesap numaralarından yola çıkarak dolandırıcılardan bazılarını yakaladı.

 

 
Yargıtay Kira Artışını Durdurdu.

 

Yargıtay Kira Artışını Durdurdu. (18.06.2009)

Haber Tarihi: 18.06.2009

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2009/3529 Esas, 2009/6062 Karar sayılı ve 07.04.2009 sayılı kararı ile kira paralarındaki düşüşü gerekçe göstererek önceki kira parası ile kira ilişkisinin devam edebileceğine karar verdi.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi karar gerekçesinde “....Nitekim kira parasının tespiti istenen dönemlerde konut ve işyeri kiralarının genel fiyat artışları kadar artmadığı hatta azaldığı da bilinen bir gerçektir. O nedenle davalı vekilinin bu savunması üzerinde durulmalı gerçekten çevrede oluşan kira paralarının genel fiyat artışları kadar artmadığı yahut kira paralarında bir düşüş saptandığı takdirde kira parasının TEFE(ÜFE) artırılmak isteği reddedilmeli ve önceki dönemde ödenen kira parasına hükmolunmalıdır. ...” diyerek eski kiranın yeni kira döneminde devam edebileceğini hüküm altına alımıştır.

Kamuoyunu yakında ilgilendiren sözkonusu kararın tam metni aşağıda incelemenize sunulmuştur.

www.legalbank.net

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

Esas Numarası: 2009/3529

Karar Numarası: 2009/6062

Karar Tarihi: 07.04.2009

Dava dilekçesinde kira parasının 01.05.2007 gününden başlayarak aylık, 748,91 YTL olarak tespiti istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY KARARI

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği düşünüldü.

Davacı vekili dava dilekçesinde, 01.05.2007 dönemine ait kira parasının aylık 748,91 YTL olarak tespit edilmesini talep etmiş, mahkemece; TEFE (ÜFE) oranında yapılan artış ile kira parasının 748,91 YTL olarak tespitine karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesi 01.05.1992 başlangıç tarihli olup, 1 yıl sürelidir ve dava konusu mesken ile ilgili önceki 01.05.2006 dönemine ait kira parasının mahkemece hak ve nesafet kurallarına göre aylık 675 YTL olarak tespit edildiği ve kararın onanarak kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre şartlar değişmediği ve özel nedenler bulunmadığı takdirde kira ilişkisinin kurulduğu tarihte tarafların serbest iradeleriyle kararlaştırdıkları kira parasının takip eden üç dönem (yıl) TEFE (ÜFE) artış oranının yansıtılması suretiyle bulunacak kira parasının 18.11.1964 gün ve 2/4 sayılı YİBK da öngörülen “hak ve nesafet” kurallarına da uygun olduğu kabul edilmekte ve kira parası üç dönem TEFE (ÜFE) oranında artırılarak tespit edilmektedir. Aynı yöntem, önceki dönem kira parasının mahkemece hak ve nesafet kurallarına uygun olarak ve kiralananın serbestçe getirebileceği kira parası gözetilmek suretiyle takdir edilmesi halinde de uygulanmaktadır. Mahkemenin uygulaması bu yöndedir ve kira parası mahkemece tespit edilen önceki dönem kira parasının TEFE (ÜFE) oranında artırılması suretiyle tespit edilmiştir. Ancak davalı vekili tarafından yeni dönemde kira paralarının ekonomik nedenlerle artmadığı, aksine, azaldığı savunulmuştur. Nitekim kira parasının tespiti istenen dönemlerde konut ve işyeri kiralarının genel fiyat artışları kadar artmadığı hatta azaldığı da bilinen bir gerçektir. O nedenle davalı vekilinin bu savunması üzerinde durulmalı gerçekten çevrede oluşan kira paralarının genel fiyat artışları kadar artmadığı yahut kira paralarında bir düşüş saptandığı takdirde kira parasının TEFE(ÜFE) artırılmak isteği reddedilmeli ve önceki dönemde ödenen kira parasına hükmolunmalıdır.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.’nun 428. Maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene oybirliği ile karar verildi.07.04.2009

www.legalbank.net

 

 
Uzuv Tatiline Sebep Verecek Şekilde Yaralama Suçu

 

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2008/3-25 Karar No: 2008/22 Tarihi: 12.02.2008

• Uzuv Tatiline Sebep Verecek Şekilde Yaralama Suçu

• Kasten Silahla Yaralama

• Silah Kavramı

• Suçta Kullanılan Sopanın Silah Niteliği

• Lehe Hükmün Belirlenmesi

ÖZET :

Uyuşmazlık öncelikle, suçta kullanılan sopanın 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesi kapsamında silah sayılıp sayılmayacağı, dolayısıyla yaralama suçunun silahla işlenip işlenmediği, buna bağlı olarak da, 5237 sayılı TCY hükümlerinin mi, yoksa 765 sayılı TCY hükümlerinin mi lehe olduğunun belirlenmesine ilişkindir.
Yaralama suçunda kullanılan sopa, doğurduğu sonuçlar da gözetildiğinde, yerel mahkemece, 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesi 1/f fıkrası kapsamında saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli mahiyette ve silah olarak nitelendirilmiş, 765 sayılı TCY'nin 189. maddesi kapsamında ise, o uygulama döneminin farklı norm ve süreklilik kazanmış içtihatları ışığında, silah niteliğinde bulunmadığı kabul edilerek, lehe yasa karşılaştırması yapılmıştır.
Bu kabul ve uygulamada, her iki yasanın silah tanımının farklı ölçütlere dayanması nedeniyle herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Suçta kullanılan sopa ele geçirilmemiş veya zapt edilmemiş ise de, yaralama suçu yönünden elverişli bir özelliğe sahip olduğu doğurduğu sonuç itibariyle anlaşılmaktadır.
Her iki yasaya göre uygulama yapıldığında; yaralamanın uzuv tatili oluşturması nedeniyle; 765 sayılı TCY hükümleri bütünüyle sanık lehine olup, yerel mahkemenin lehe yasa belirlemesi ve uygulaması ile Özel Daire onama kararı isabetlidir.






(765 s. m. 189, 5237 s. m. 6/1-f, 86/2-e, 5271 s. m. 63/1)

TAM METİN :

Sanık Ertan'ın mağdur Mehmet'i de eline geçirdiği tahta sopa ile darp ederek sol gözünün tatiline sebebiyet verecek şekilde yaralaması eylemi nedeniyle, lehe olduğu saptanan 765 sayılı TCY'nin 456/3, 51/1 ve 59/2. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin (Ordu Ağır Ceza Mahkemesi)'nce verilen 27.06.2005 gün ve 95-105 sayılı hüküm;

Sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi'nce 20.12.2006 gün ve 3708-9489 sayı ile;

"Yakınan Mehmet hakkında Trabzon Adli Kurum Başkanlığı'nca, yakınan Ümit hakkında Ordu Devlet Hastanesi'nce düzenlenen raporlardaki uzman görüşlerinin 5237 sayılı TCK ve Adli Tıp Kriterlerine uygun olduğu, mahkemece 5252 sayılı Kanun'un 9/3. maddesine göre Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde eski ve yeni TCK hükümleri ayrı ayrı uygulanarak karşılaştırmalı uygulama yapılıp ortaya çıkan sonuçlar kararda tartışılarak lehe olan TCK belirlenip hüküm kurulmuş olduğundan tebliğnamedeki görüşe katılınmamıştır." açıklamasıyla onanmıştır.

Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 22.01.2008 gün ve 91230 sayı ile;

"01.06.2005 tarihinde 5237 sayılı TCK'nın yürürlüğe girmiş olması nedeniyle hakimin sanık hakkındaki lehe olan kanunu tespit ederek lehe kanunu uygulaması gerekirdi;

1- 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun'un 9/3. maddesinde yer alan "lehe olan kanun, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir" şeklindeki hüküm ile Yüksek Yargıtay'ın 765 sayılı TCK'nın 2/2. maddesine ilişkin olarak süre gelen uygulamalarına göre, suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan yasa ile sonradan yürürlüğe giren yasa arasında lehte olan yasayı tayin hususunda önceki ve sonraki kanunun ayrı ayrı ve her birinin lehte ve aleyhteki hükümleri kül halinde ele alınarak, her iki kanuna göre ayrı ayrı somut olarak cezanın tayini ile sanık lehine olan kanunun belirlenmesi ve sanık lehine sonuç doğuran kanunun bütün halinde uygulanması gerekmektedir. Lehte kanunun belirlenmesi sırasında önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümlerinin olaya uygulanması suretiyle yapılacak değerlendirme sonunda varılan sonuçlardan ceza türü ve miktarına göre daha hafif olanın yer aldığı kanun lehe olarak kabul edilmeli, buna göre kıyaslamada hapis cezalarının süresi bakımından az olan, bunlarda eşitlik halinde, hapis cezası yanında para cezası öngörülmeyenin, para cezalarında eşitlik halinde fer'i cezalardan hafif olanın yer aldığı kanunun lehe olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

2- Lehe kanun araştırması yapılırken sanığın eylemine uyan 765 sayılı TCK'nın 456/3. maddesinde 5-10 yıl hapis cezası hükmedilmesi öngörüldüğü halde, 5237 sayılı TCK'nın 86/1, 87/2-b, 87/2-son maddeleri uyarınca 5-9 yıl hapis cezası öngörülmektedir. Ceza süresi yönünden 5237 sayılı TCK lehe olduğu gibi, fer'i cezalar yönünden incelendiğinde, 5237 sayılı TCK'nın 53. madde hükmünün 765 sayılı TCK 31, 33. maddelerine göre sanık lehine olduğu ortadadır.

Ordu Ağır Ceza Mahkemesi'nce lehe kanun incelemesi yapılırken sanığın müşteki Mehmet'e karşı eylemi yönünden olayda silah veya silahtan sayılan alet kullanılmadığı halde sanki kullanılmış kabul edilerek 5237 sayılı TCK'nın 86/1, 86/3-e, 87/2-b-son, 29, 62. maddeleri uyarınca uygulama yapılarak 5237 sayılı TCK'nın aleyhe olduğu kanaatine varılmış ise de, sanığın müşteki Mehmet'i sopa ile yaraladığı müşteki beyanı ve mahkemenin kabulü ile sabit olup, 5237 sayılı TCK uyarınca sanığın TCK'nın 86/1, 87/2-b, 87/2-son, 29, 62. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılması gerektiği anlaşılmıştır.

Bu durumda temel cezalar yönünden eşitlik varsa da, fer'i cezalar yönünden 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesinin sanık lehine olması dikkate alınarak sonuç ceza değişmese bile, 5237 sayılı Kanun hükümleri uygulanmalıdır." gerekçesi ile itiraz yasa yoluna başvurularak Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi'nin 20.12.2006 gün ve 3708-9489 sayılı onama kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık öncelikle, suçta kullanılan sopanın 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesi kapsamında silah sayılıp sayılmayacağı, dolayısıyla yaralama suçunun silahla işlenip işlenmediği, buna bağlı olarak da, 5237 sayılı TCY hükümlerinin mi, yoksa 765 sayılı TCY hükümlerinin mi lehe olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

Sanık Ertan'ın, 02.08.2000 tarihinde, yerden aldığı bir odun parçası (sopa) ile mağdur Mehmet'in sol gözüne vurarak, uzuv tatiline neden olacak şekilde yaraladığı somut olayda; eylemin sopa ile işlendiği sabit olup, anılan sopanın niteliği yönünde dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamakla birlikte, beyanlarda odun parçası ve sopa şeklinde belirtilen suç aleti, yerel mahkemece 765 sayılı TCY'nin 189. maddesi anlamında silah olarak değerlendirilmemiş, ancak anılan sopanın 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesinde tanımlanan silah kapsamında olduğu kabul edilerek, lehe yasa karşılaştırılması yapılmıştır.

Uyuşmazlığın somut olayla sınırlı olduğu düşünülebilir ise de, konu 1 Haziran 2005 tarihinden önce yürürlükte bulunan normlardaki silah tanımı ile 1 Haziran 2005 tarihinden sonra yürürlüğe giren normlardaki silah tanımının karşılaştırılmasını ve bu kapsamda, önceki içtihat dizgesinin geçerliliğini sürdürüp sürdürmediğini saptanmasını zorunlu kılmaktadır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kalkmış olmakla birlikte, lehe hüküm içermesi halinde 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlarda uygulama olanağına sahip olan 765 sayılı TCY'nin 189. maddesinde ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY'nin 6/1-f bendinde silah tanımlanmış olup, anılan normlar şu şekildedir:

a) 765 sayılı TCY'nin ilgili hükmü;

"MADDE 189- Ceza tayininde kanunun şiddet sebebi sayarak bildirdiği silah tabirinden maksat;

1- Ateşli silahlar;

2- Patlayıcı maddeler;

3- Tecavüz ve müdafaada kullanılan her türlü kesici, delici veya bereleyici aletler;

4- Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler ve boğucu, kör edici gazlardır."

b) 5237 sayılı TCY'nin ilgili hükmü;

"MADDE 6- (1) Ceza kanunlarının uygulanmasında;

f) Silah deyiminden;

1- Ateşli silahlar,

2- Patlayıcı maddeler,

3- Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,

4- Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,

5- Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler,

Anlaşılır."

Her iki yasa normu ana hatları itibariyle benzer düzenlemeleri içermekte ise de, anılan normların, farklı yönlerinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi öncesinde, 765 sayılı TCY döneminde 189. maddenin yargısal kararlarda nasıl yorumlandığını belirlemek gerekmektedir.

765 sayılı Yasa döneminde, 189. maddenin 1, 2 ve 4. bentlerinin yorumunda herhangi bir sorunla karşılaşılmamış ise de,"Tecavüz ve müdafaada kullanılan her türlü kesici, delici veya bereleyici aletler," şeklindeki 3. bent farklı uygulamalara yol açmış, bendin "tecavüz ve müdafaada kullanılan silahlardan her türlü aletler, saldırma, kama ve her nevi bıçaklar ve çakılar ve yine bunlar gibi kesici olan ustura ve jiletler ve delici aletler, şişli bastonlar, şişleri ve uçları sivriltilmiş demir çubukları, büyük çivileri ve hülasa batmaya, delmeye yarayan bütün aletler ve Amerikan yumruğu, ustura, topuz ve matrak gibi taarruz için hazırlanmış aletleri ifade eder" şeklindeki gerekçesi uygulamaya yol göstermiş, "alet" kavramı silah tanımında anahtar kavram olarak kabul edilmiş, ancak ne var ki bendin uygulanması yönünde genel bir ilke ortaya konamamış, nelerin silah sayılacağı, nelerin sayılmayacağı olaysal olarak belirlenmiş, bu kapsamda; "balta, keser, levye demiri, çekiç, özel olarak kırılmış şişe, bijon anahtarı, çelip cop, demir kilo, orak, tornavida, ekmek bıçağı, İngiliz anahtarı, masat, makas, testerenin demir kısmı, soba küreği, pense, demir dirgen, girebi, çakı bıçağı, soba maşası, tahra, ateş küreği" silah sayılmış olmasına karşın, "çivili tahta, bira şişesi, yemek çatalı, demir parçaları, hayvan bağlama zinciri, bilye yatağı, tabanca kabzası, okey ıstakası, çay bardağı, demir oturak, terazi kefesi, dikenli tel, yüzük, sopa gibi kullanılan tüfek, taş ve sopa" silah sayılmamıştır.

Bu uygulamanın sürdürülmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesine geçmeden önce, öğretinin konuya bakışının da sergilenmesinde yarar bulunmaktadır.

Öğretideki görüşler;

"Tanım kapsamına giren her şey silah olmakla birlikte, silahın bir suçun temel veya nitelikli şekline ilişkin unsur oluşturduğu hallerde, kullanılan aletin işlenmesi kast edilen suç açısından elverişli olması gerekir. Başka bir deyişle, kullanılan aletin işlenmesi kastedilen suçla bağlantılı olarak elverişli silah olup olmadığını değerlendirmek gerekir. Bu itibarla, bir nesne, bir suçun işlenmesi ile ilgili olarak elverişli silah niteliğini taşımakla birlikte; başka bir suç açısından bu niteliği haiz olmayabilir. Örneğin fiilen saldırıda kullanılmaya elverişli olan, sopa, taş vs. kasten yaralama suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsurunu oluşturan elverişli silah niteliğini taşımaktadır. Buna karşılık, taş, sopa, kazma ve kürek gibi aletler, devletin güvenliğine karşı suç işlemek üzere silahlı örgüt kurma suçunun unsurunu oluşturan elverişli silah niteliğini haiz değildir." (Prof. Dr. İ.Özgenç; Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, 3. Bası, sh. 107)

"Objektif olarak, bir silahın etkisini oluşturmaya elverişli her objenin silah kapsamında görülmesi gerekir. Silahın saldırı ve savunma aracı olarak kullanılması gerekir. Bu nedenle vücut kısımları silah sayılmaz. Aracın silah sayılması için saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel olarak üretilmiş olması şart değildir. Öte yandan silahın taşınabilir olması gerekir. Somut olayın özellikleri dikkate alındığında, aracın kullanılma biçimiyle yaratılan tehlike, objenin silah olarak değerlendirilmesinde esas alınmalıdır. Dolayısıyla, yapısına ve olaydaki kullanılış biçimine göre, yaralanmaya neden olan her çeşit araç, silah olarak kabul edilmeli ve ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır." (Centel/Zafer/Çakmut; Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, sn. 143, 144)

"TCK'nın, kullanılmasını nitelikli hal saydığı silah, somut olayda objektif niteliğine ve kullanma biçimine göre önemli yaralanmaya yol açabilen saldırı ve savunmaya yarayan her türlü teknik araçtır. Aracın etkisini vücudun dışından mı, yoksa içerisinden mi gösterdiği önem taşımaz. Aracın saldırı ve savunma aracı olarak kullanılması zorunluluğu nedeniyle, vücudun bölümleri de silah kavramının dışında kalır. Bu nedenle yumruk, elin kenarı, çıplak ayak veya diz silah sayılmaz. Suçun işlenmesinde hayvanın araç olarak kullanılması durumunda da suç silahla işlenmiş sayılmaz. Bir aracın TCK anlamında silah sayılabilmesi için, aynı zamanda bunun taşınabilir olması da gerekir. Bu nedenle mağdurun kafasını duvara veya sert zemine vurma durumunda suç silahla işlenmiş sayılmaz.

Kullanılan bir aracın silah sayılabilmesi bakımından önemli olan, somut olayda aracın kullanma biçiminden ortaya çıkan tehlikedir. Bu bakımdan kullanılan aracın silah sayılıp sayılmayacağı konusunda somut olayın özellikleri gözönünde bulundurulur." (Tezcan/Erdem/Önok; Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 5. Bası, sh. 194, 195, 196)

"Silahın tanımı da büyük ölçüde 765 sayılı TCK m. 189'daki düzenlemenin tekrarı niteliğindedir. Ancak ondan farklı olarak gelişen teknolojinin sonucu nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddelere yer verilmiştir. Yine saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler de silah sayılmak suretiyle kavram genişletilmiştir." (Doç. Dr. V.Özer Özbek; İzmir Şerhi, 3. Bası, C. l, sh. 203)

Ceza Genel Kurulu'nca yapılan değerlendirme ve varılan sonuç;

A) İlkesel düzeyde;

1) Gerek 765 sayılı TCY'nin 189. maddesi, gerekse 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesinin 1/f bendi benzer düzenlemeleri içermekte iseler de, her iki düzenlemedeki en temel ayrım, fıkranın 4. alt bendinde “Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler"in silah kapsamına alınmasıdır.

2) Bu alt bent ile, silah kapsamı, 5237 sayılı TCY'de genişletilmiş ve önceki daraltıcı uygulama terk edilmiştir.

3) Yasa koyucu bu düzenleme ile "fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli" olmak koşulu ile her nesneyi, imal edilip edilmediğine ve hangi amaçla yapılmış olduğuna bakmaksızın silah kapsamına dahil etmiştir.

4) Buradaki ayırıcı ölçüt; "saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişliliktir."

5) Kullanılan alet veya diğer eşyanın işlenmesi kast edilen suç açısından saldırı ve savunmada etkinliği sağlamaya elverişli olması yeterlidir.

6) Fiilen istenen sonucun gerçekleşmesi, kullanılan şeyi silah olarak değerlendirmek açısından, hakime bir kanaat verebilecek ise de, sonucun gerçekleşmesi zorunlu bulunmamakta, kalkışma safhasında kalma hallerinde de, silah faktörünün varlığını kabul ve buna göre ceza tertibi olanaklı bulunmaktadır.

7) Her somut olayda, hakim; olay bütünlüğü içinde bir değerlendirme yaparak, kullanılan nesnenin silah niteliğinde bulunup bulunmadığını 5271 sayılı CYY'nin 63/1. maddesi kapsamında "hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgisiyle" değerlendirmeli, hukuki bilgisinin yeterli olmadığı durumlarda ise, bu konuda bilirkişi görüşüne başvurmalıdır. Nesnenin ele geçirilemediği hallerde değerlendirme ortaya çıkan sonuca göre yapılmalı, "elverişlilik" faktörü gözetilmelidir.

8) Vücudun bölümleri, el, ayak, kafa gibi uzuvlar, eylemde kullanılış yöntemine göre saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli sayılabilirse de, kişinin beden bütünlüğüne dahil oluşları nedeniyle, silah kapsamında değerlendirilmeleri olanaksızdır.

9) Yine aynı şekilde, sabit bir direk, sert bir zemin ve duvar, doğurduğu sonuç ne kadar ağır olursa olsun, silah kapsamında değerlendirilmemelidir.

B) Olaysal düzeyde;

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Yaralama suçunda kullanılan sopa, doğurduğu sonuçlar da gözetildiğinde, yerel mahkemece, 5237 sayılı TCY'nin 6. maddesi 1/f fıkrası kapsamında saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli mahiyette ve silah olarak nitelendirilmiş, 765 sayılı TCY'nin 189. maddesi kapsamında ise, o uygulama döneminin farklı norm ve süreklilik kazanmış içtihatları ışığında, silah niteliğinde bulunmadığı kabul edilerek, lehe yasa karşılaştırması yapılmıştır.

Bu kabul ve uygulamada, her iki yasanın silah tanımının farklı ölçütlere dayanması nedeniyle herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Suçta kullanılan sopa ele geçirilmemiş veya zapt edilmemiş ise de, yaralama suçu yönünden elverişli bir özelliğe sahip olduğu doğurduğu sonuç itibariyle açıkça anlaşılmıştır.

İsabetli olan bu kabul doğrultusunda her iki yasaya göre uygulama yapıldığında;

Yaralamanın uzuv tatili oluşturması nedeniyle; sanık,

1- 5237 sayılı TCY hükümleri asgari hadden ve lehe uygulandığı ahvalde, anılan Yasa'nın 86/1, 86/3-e, 87/2-b-son, 29 ve 62. maddeleri uyarınca sonuç olarak 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılacak ve hakkında aynı Yasa'nın 53. maddesi uygulanacaktır.

2- 765 sayılı TCY hükümleri aynı düzeyde uygulandığında ise; sanık 765 sayılı TCY'nin 456/3, 51/1 ve 59/2. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.

Görüldüğü gibi 765 sayılı TCY hükümleri bütünüyle sanık lehine olup, yerel mahkemenin lehe yasa belirlemesi ve uygulaması ile Özel Daire onama kararı isabetlidir.

Bu nedenlerle Yargıtay C.Başsavcılığı'nın tüm itirazlarının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmadan Kurul Üyesi A. Kınacı;

"Sanık Ertan, 02.08.2000 tarihinde, şikayetçi Mehmet ve yakınları ile kavga etmiş, kavga sırasında olay yerinde gördüğü bir "tahta parçası" veya "odun parçası"nı alarak şikayetçiye vurmuş ve onun sol gözünün işlevinin yitmesine neden olmuştur. Sanığın suçta kullandığı maddeye el konmamıştır.

Yerel mahkeme, suçta kullanılan şeyin 765 sayılı TCK'ya göre silah sayılmadığı, ancak 5237 sayılı TCK'ya göre silah kapsamına girdiği, bu nedenle 765 sayılı TCK'nın lehe olduğu gerekçesiyle, sanığın 765 sayılı TCK'nın 456/1, 51/1, ve 59/2. maddeleri gereğince 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş; sanığın temyizi üzerine Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi'nce hüküm onanmış; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, suçun silahla işlenmediğini ve bu nedenle 5237 sayılı TCK'nın sanığın lehine olduğunu belirterek onama kararına itiraz etmiştir.

Çözümlenmesi gereken sorun, yaralama suçunda kullanılan odun veya tahta parçasının, 5237 sayılı TCK'nın 6. maddesinde tanımı yapılan silah kapsamına girip girmediğinin ve buna bağlı olarak hangi yasanın sanığın lehine olduğunun belirlenmesidir.

765 sayılı TCK'nın 189. maddesinde, kanunun artırma nedeni olarak kabul ettiği "Silah"ın "ateşli silahlar; patlayıcı maddeler; tecavüz ve müdafaada kullanılan her türlü kesici, delici veya bereleyici aletler; yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler ve boğucu, kör edici gazlar" olduğu; 5237 sayılı TCK'nın 6. maddesinde ise, ceza kanunlarının uygulanmasında "silah" deyiminden "ateşli silahlar; patlayıcı maddeler; saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet; saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler; yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler"in anlaşılması gerektiği belirtilmiştir.

Her iki yasada silah kabul edilen şeyler benzer biçimde sayılmış; bunların içinde saldırı ve savunmada kullanılan ya da kullanılmak üzere yapılmış olan her türlü kesici, delici veya bereleyici aletler de yer almıştır.

İki tanım arasındaki fark, 5237 sayılı TCK'nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendinin 4 numaralı alt bendinde yer alan "saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler" ibaresinin, 765 sayılı TCK'da bulunmamasıdır. Bu nedenle, 5237 sayılı TCK'nın, "silah" tanımının kapsamını genişlettiğini söylemek mümkündür.

Sözü edilen "saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler" ifadesinden ne anlaşılması gerektiği irdelenmelidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu bentte amaçlanan şeyler; kesici, delici veya bereleyici "aletlerin" dışında kalanlardır. Burada silah sayılacak şeyin "fiilen saldırı ve savunmada kullanılması" yeterli görülmemiş, ayrıca "fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli olması"

aranmıştır.

Buna göre, bir nesnenin, 5237 sayılı TCK'nın 6. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendinin 4 numaralı alt bendi kapsamında silah sayılabilmesi için;

a) Suçun neticesini meydana getirmiş olmalı; suç teşebbüs aşamasında kalmış ise, neticeyi meydana getirmeye elverişli bulunmalıdır.

b) Bulundurulması, taşınması, saldırı ve savunmada kullanılması kolay olmalıdır.

Bu tanıma göre; ağaç sopa, kırılmış bir ağaç dalının kendiliğinden sopa niteliğine gelmiş düzgün durumdaki parçası, masa veya sandalyenin koparılarak ayrılan ayağı, demir parçası ve benzeri şeyler "silah" kapsamına girer.

Buna karşın, hiç kimse "masa, sandalye, tencere, piknik tüpü ve odun ya da tahta parçası" gibi maddeleri bir saldırı veya savunmada kullanmak için bulundurmaz ve taşımaz. Bunlar, saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli değildir. Fiilen suçta kullanılmış olabilir; ancak, kullanılmış olsun ya da olmasın silah sayılamaz.

Sonuç olarak; sanığın, olay yerinde görüp suçta kullandığı "odun veya tahta parçasının" silah sayılamayacağı, buna bağlı olarak 5237 sayılı TCK'nın sanığın lehine olduğu ve itirazın kabul edilmesi gerektiği düşüncesini taşıdığımdan, çoğunluk görüşüne katılmıyorum."

Gerekçeleriyle,

Diğer beş Kurul Üyesi ise, suçta kullanılan sopanın silah niteliğinde bulunmadığı ve dolayısıyla lehe yasanın 5237 sayılı Yasa olduğu görüşüyle,

Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü yönünde oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın REDDİNE,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na

tevdiine, 12.02.2008 günü yapılan müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.

 

 
T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Silahla Yaralama Suçu Adam Öldürmeye Teşebbüs 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet Suçu Sanığın Akıl Hastası Olması Meşru Müdafaa Şartlarının Gerçekleşmesi Suçun Belirlenmesine Yönelik Dosyanın Tekemmül Ettirilmesi

 

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu

Esas No: 2008/1-22 Karar No: 2008/80 Tarihi: 15.04.2008

• Silahla Yaralama Suçu

• Adam Öldürmeye Teşebbüs

•  • Sanığın Akıl Hastası Olması

• Meşru Müdafaa Şartlarının Gerçekleşmesi

• Akıl Hastalarına Özgü Güvenlik Tedbirleri

• Suçun Belirlenmesine Yönelik Dosyanın Tekemmül Ettirilmesi

ÖZET :

Sanığın cuma namazı çıkışında, mağdura isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip, ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayda çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda, suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.
Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan rapora göre; suç tarihi itibarıyla ve halen sanığın 765 sayılı Yasa'nın 46. ve 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddeleri kapsamında akıl hastalığına müptela olduğu anlaşılmaktadır.
Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı, kusuru ortadan kaldırması nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a maddesi uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığı" hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
Olayda, sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak, dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen tanıkların ifadelerine başvurulmadan ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.
Öte yandan, 5271 sayılı CYY'nin 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCY'nin 32/1. madde ve fıkrası uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hüküm de bulunmamaktadır.








(765 s. m. 31, 33, 62, 448, 6136 s. m. 13/1, 5237 s. m. 32/1, 57, 765 s. m. 46)

TAM METİN :

Sanık Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde ruhsatsız tabanca ile mağdur Nazım A.'yı öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla 765 sayılı Yasa'nın 448., 62., 31., 33. ve 6136 sayılı Yasa'nın 13/1. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda; Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 17.11.2005 gün ve 16-103 sayı ile;

"1- Akıl hastalığı nedeniyle kendisine isnat edilen suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan sanığa 5237 sayılı Kanun'un 32/1. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına,

2- Sanığın 5237 sayılı TCK'nın 57/1-2. maddeleri uyarınca yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınmasına, yerleştirilecek kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azaldığının belirlenmesine kadar bu koruma ve tedavinin devamına, bu hususunun ilgili kurumca mahkememize bildirilmesi, serbest bırakılması hususunda ileride tekrar dosyanın ele alınmasına, bu itibarla ilgili kurumun sağlık kurulundan aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca rapor istenmesine, bu itibarla dosyanın tasdikli bir örneğinin ve ilgili kuruma gönderilmesine ve müsadereye" hükmedilmiş, bu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine de, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.07.2007 gün ve 3615-5742 sayı ile;

"Sanık ve mağdurdaki yara yerleri, yaraların niteliği ve yaralanma derecelerini de belirtir şekilde raporlarının aldırılarak, sanık müdafiinin olayı gördüklerini söylediği tanıklar Halis E. ile Enver Y.'nin dinlenip tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra suçun sübut ve vasfının belirlenmesi ve buna göre sanığın hukuki durumunun tayini ile hüküm tesisi gerekirken, yazılı şekilde eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozma kararı verilmiştir.

Bozma üzerine, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince 16.10.2007 gün ve 254-320 sayı ile; "Bozma ilamında, sanık ve mağdurdaki yaraların mahiyeti ve olayı görmüş olan 2 şahsın dinlenmemiş olması gerekçe gösterilerek karar bozulmuş ise de; Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapor karşısında mağdurun yaralanma derecesi önem kazanmamaktadır. Yapılan yargılamada sanığın müsnet suçları işlemiş olduğu kesin olarak anlaşılmış ancak yukarıda da belirtildiği üzere Adli Tıp Raporu'na göre sanığa ceza verilmemiştir. Bozma ilamında belirtilen eksikliklerin araştırılması sonucu etkilemediği kanaatine varılarak bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı verilmiştir." şeklindeki açıklama ile; "Mahkememizin 17.10.2005 tarih ve 2004/16 esas, 2005/103 karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan bu kararımızda direnilmesine" denildikten sonra, önceki hüküm aynen verilmiş ve bu hüküm sanık müdafii tarafından eksik soruşturmaya, vs.ye yönelik olarak temyiz edilmiştir.

Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "bozma" istekli, 13.01.2008 gün ve 270130 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlık'a gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü:

Sanık Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde cuma namazı çıkışında, mağdur Nazım A.'ya isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip, ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayla ilgili olarak Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda, suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkindir.

Dosya incelendiğinde;

Dosyada bulunan tutanak ve krokiden; olayın 19.09.2003 Cuma günü saat 13:30-14:00 sıralarında Dağyaka Köyü'nde, cuma namazı çıkışında ve köy camiine yaklaşık 100 metre mesafede meydana geldiği anlaşılmaktadır. Kolluğa yapılan ilk bildirim, Nazım ile Ahmet'in birbirlerini yaraladıkları ve Ahmet'in, Nazım'ın ayaklarının dibine tabanca ile ateş ettiği şeklinde olmuştur. Kolluk güçleri köye geldiklerinde sanık Ahmet'in hastanede olduğu belirlenmiştir. Olay yerinde de kan izleri tespit edilmiştir.

Olay yerinde saat 16:30 sıralarında kolluk tarafından yapılan araştırmada herhangi bir bulgu elde edilememiş, buna karşılık; aynı yerde, saat 23:37 sıralarında sanık, mağdur ve tanıklar da hazır bulundurulmak suretiyle yapılan araştırmada ağaç yaprakları arasında bir adet 7.65 mm çapında kovan bulunmuştur. Bununla birlikte, olayda kullanılan silahın ele geçirilmesi amacıyla 20.09.2003 tarihinde sanığın evinde yapılan aramada ve sonraki araştırmalarda olumlu bir netice sağlanamamıştır.

Dosyadaki raporlardan; olay sırasında, mağdurun 10 gün iş ve gücünden kalacak şekilde yaralandığı ve hayati tehlike geçirmediği, sanığın da yaralandığı fakat ne şekilde yaralandığının açıklığa kavuşturulmadığı gözlemlenmektedir. Zira, mağdurla ilgili olarak Kazan Merkez Sağlık Ocağı'ndan alınmış olan 19.09.2003 tarihli raporda yaraların yerleri vs. gösterilmemiş, sadece kaç gün iş ve gücünden kalacağı ile hayati tehlikenin bulunmadığı kaydı yer almıştır. Sanıkla ilgili olarak, Ankara Numune Hastanesi'nden alınan 19.09.2003 gün ve 26223 sayılı raporda ise; "Acil cerrahi girişim düşünülmediğinden geçici rapordur, asıl raporu adli tabiplikçe verilecektir, bu haliyle hayati tehlikesi mevcut değildir. İlgili konsültasyonlar ektedir." yazılı olmakla birlikte, rapor ekinde başka bir bilgi veya belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla, mevcut raporlardan mağdur ve sanığın ne şekilde yaralandıkları anlaşılamamaktadır.

Aynı zamanda kronik akciğer, alzheimer, kalp, şeker ve yüksek tansiyon hastası olan sanığın akli durumunun tespiti amacıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nden alınan 03.10.2003 ve Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu'ndan alınan 22.03.2004 tarihli raporlarda; "sanık Ahmet Y.'nin suç tarihi itibarıyla ve halen 765 sayılı Yasa'nın 46. maddesi kapsamında kaldığı ve ceza ehliyetinin bulunmadığı" bildirilirken; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu'ndan alınan 10.12.2004 tarihli raporda; ceza ehliyetinin tam olduğu mütalaa olunmuş ise de; ortaya çıkan çelişki Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan 02.06.2005 tarihli raporla tamamen giderilmiştir. Bu raporun sonuç bölümünde; "Tıbbi belgeler ile adli dosyasında belirlenen suçun nevi, motivasyonu ve işleniş tarzı, sanığın suç işleme ve suça karşı kendini savunma mantığı, suç öncesi, esnası, sonrası tutum ve davranışları, sanık, tanık ifadeleri gibi adli tıbbi yorumlamayı ilgilendiren hususların değerlendirilmesi ve 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu adam öldürmeye tam teşebbüs, 6136 sayılı Yasa'ya muhalefet suçu nedeniyle ceza ehliyeti olup olmadığı sorulan 1927 doğumlu Ahmet Y.'nin 4. İhtisas Kurulu'nda 28.07.2004 ve 24.11.2004 tarihlerinde ve Genel Kurul'da 02.06.2005 tarihinde yapılan muayenelerinden elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanmasından; cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak mahiyet ve derecede olan genel tıbbi duruma bağlı psikotik bozukluk denilen akıl hastalığı saptandığı, adli dosya tetkikinde de sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak derecedeki bu akli arızanın etkisi altında olduğu anlaşıldığına göre; Ahmet Y.'nin 19.09.2003 tarihinde sanığı bulunduğu suça karşı cezai sorumluluğunun olmayıp hakkında TCK'nın 46., yeni TCY'nin 32/1. maddesinin tatbikinin uygun olduğu mütalaasına oybirliği ile varıldı." şeklindeki görüşe yer verilmiştir.

Olayla ilgili olarak ifadesine başvurulan mağdur Nazım A. kolluktaki 19.09.2003 tarihli ifadesinde; "Bugün cuma namazından çıktım. Ahmet T. ile yürüyerek ve konuşarak evimize gidiyorduk. Camiden yaklaşık 50 metre civarında uzaklaştık. Ahmet Y. evi ters istikamette olduğu halde bizi takip ederek bizim peşimizden geliyordu. O sırada yanımda bulunan, Ahmet'in ayrılmasını bekliyordu. Ahmet de ayrılmayınca yanıma geldi. "Ne konuşuyorsun lan" dedi. Hemen silahına sarılıp benim üzerime hayalarıma doğru ateş etti. Ancak beni vuramadı. Mermiler yere isabet etti. Yanımıza geldiğinde silahını önceden doldurmuş, ateşe hazır idi. Dört el ateş ettikten sonra ben kendisine saldırdım. Elinden silahı almaya çalışırken kendisi tekrar silahı doldurmaya çalıştı. Ancak dolduramayınca silahın kabzası ile suratıma vurdu. Ben bu boğuşma anında elime yerden taş aldım ve kafasına vurdum. O anda yanımızda bulunan Ahmet T. ve köy imamı araya girerek tekrar ateş edilmesini engelledi. Bu yine silahı doldurdu. Ahmet T. önüne geçince bana ateş edemedi. Yerden taş alarak bana atmaya başladı. Bizi tekrar ayırdılar ve evimize gittik. Oğlum olan Ekrem'i çağırdım, onunla karakola geldik. Ahmet Y. ile aramızda problem yoktu, ancak 1 yıl önce bir durumdan dolayı mahkemelik olduk. Bunun haricinde bir olayımız olmadı. Neden beni vurmak istedi bilmiyorum. Şikayetçiyim." şeklinde iddiada bulunurken, Cumhuriyet Savcısı önündeki 11.11.2003 tarihli ifadesinde; "Yol ayrımında ayrılırken Ahmet T. "havuzu salayım" dedi, ben de "yardım ederim, sal" dedim. O esnada Ahmet Y. bana "doğru konuş lan" diye seslendi. Benim önüme atladı. Tabancasını bana tutarak ateşledi. Kurşun değmedi. Araya Ahmet T. girdi. Onun da sağından solundan 4 el ateş etti. Ben de canımı kurtarmak için üzerine atladım, can havliyle elimdeki taşı ona vurdum, bizi ayırdılar. Bana niçin saldırdığını bilmiyorum." demiş, mahkemede ise önceki ifadelerini tekrar ettiğini söylemekle yetinmiştir. Olayın görgü tanıkları Ahmet T. ve Recep T.'nin ifadeleri de mağdurla aynı mahiyettedir.

Buna karşılık; sanık Ahmet Y. ise; önce Nazım'ın silah çektiği, kendisinin silahı Nazım'ın elinden alıp boşaltmak amacıyla yere sıktığı, daha sonra ise Nazım A., Recep T. ve Ahmet T.'nin kendisini birlikte darp ettikleri şeklinde savunma yaparken, Nazım'daki yaranın kendisi tarafından silahın kabzasıyla ve meşru müdafaa şartlarında oluşturulduğunu ifade etmiştir.

Bununla birlikte; sanık tarafından verilen dilekçede olayı gördüğü ifade edilen ve sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesi'nde açtığı 2004/31 esas sayılı şahsi davada tanık olarak ifadesine başvurulan Halis E. ile sanığı hastaneye götüren Enver Y. tanık olarak çağırılıp dinlenmemişlerdir.

Şu durumda; Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu'ndan alınan rapora göre; suç tarihi itibarıyla ve halen sanığın 765 sayılı Yasa'nın 46. ve 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddeleri kapsamında akıl hastalığına müptela olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı "kusuru ortadan kaldırması" nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda "kınanamaz" yani sorumlu tutulamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a maddesi uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığı" hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.

Akıl hastası olduğu belirlenenler hakkında verilmesi gereken hükümler açısından 765 sayılı Yasa'nın 46/1. maddesi ile 5237 sayılı Yasa'nın 32/1. maddesi arasında fark bulunmamaktadır. Buna karşılık, akıl hastalarına uygulanacak tedbirler açısından 765 sayılı Yasa'nın 46. maddesi ile 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi arasında önemli farklar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte; 765 sayılı Yasa'nın 46/3. maddesinde yer alan "Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnat olunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz." şeklindeki düzenlemenin bir benzerine 5237 sayılı Yasa'nın 57/2. maddesinde ve "Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve aralıkları belirtilir." biçiminde yer verilmiş olması; akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak uygulamanın sınırlarını belirleme açısından, işlenen fiilin bir suçu oluşturup oluşturmadığını eğer oluşturuyor ise suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini zorunlu kılmaktadır.

Bu nedenlerle; sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak, dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 5271 sayılı Yasa'nın 223/3-a. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı Yasa'nın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen Halis E. ile Enver Y.'nin ifadelerine başvurulmadan ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan, keza sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesi'nde açmış bulunduğu 2004/31 esas sayılı şahsi dava dosyasının onaylı bir örneği dosyaya celbedilip duruşmada okunarak değerlendirmesi yapılmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.

Öte yandan, 5271 sayılı CYY'nin "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCY'nin 32/1. madde ve fıkrası uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hüküm de bulunmamaktadır.

Bu itibarla; sanık müdafiinin temyiz itirazlarının kabulüyle, yerinde görülmeyen yerel mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünce doğrultusunda bozulmasına ve dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir.

Açıklanan nedenlerle;

1- Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 16.10.2007 gün ve 254-320 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tevdiine, 15.04.2008 günü yapılan müzakerede tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

 

 
<< Başlangıç < Önceki 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 Sonraki > Son >>

Sayfa 58 / 60
JoomlaWatch Stats 1.2.8b by Matej Koval